N’apcaz şimdi diyo bana
Diyorum ki bi bakalım
Bakalım da önümüz taş
Aç gözünü bakmak lazım
N’apıp yapıp dış avluya
Bir sofaya kapak atsak
Hazırlandım sıvışmaya
İmlayı azcık bozarak
Konuş konuş hiç faydasız
Özgür diyilim ki hâlâ
Koş duvara, aş duvarı
Bir duvar daha karşında
Dışarıda bi avlu var
Avludan sonra dört duvar
Duvara çarpar dalgalar
Dalgalar sözümü yutar
Artık n’olcaksa olmalı
Bu söz firar’dip kaçmalı
Ona bir yardakçı lazım
Suçortağı olsun şarkım!
elim ayağım
ilkin ruhunu ve duvarını duayla koruyan bir evde karıştı aklım
karıştı kalbim
doğu dağlarını yedi diyen ninem
her baktığını görmesin diye su içirdi kız kardeşlerime
rüzgâr yedirdi her bildiğini demesin diye
işte ona hep bir çukurdan baktım
hep yutkundum ninem ve dünya demeden önce
dağlarını yiyen doğunun adıyla bakışsız bu yüzü seçtim kendime
dedim belki de bir yutkunma yeriydi hayat
o avlu
o dam
o çocukluk
dedim belki de bir yutkunma
“Çocukluğumun sokakları, evleri, bahçeleri hemen hemen aynı. Ama boyutlarına bakıyorum, çok değişmiş. Şu küçük alan bana uçsuz bucaksız gelirdi. Şu iki adımlık semt ne kadar uzak. Nasıl da güzeldi şu kız. Şu avlu ne kadar derindi. Geleceğin düşleri bile sığardı içine.”
Geyikli Baba
Orhan Gazi devri Osmanlı evliyasındandır. Bağdatlı Şeyh Ebü'l-Vefa Hazretlerinin yolundan feyzaldı. Aynı yoldaki Baba İlyas Horasani'den ilim öğrendi. Zahirî, bâtıni ilimlerde ve tasavvuf yolunda kemal derecesine ulaştıktan sonra Rum ülkesine geldi. Derhâl Anadolu'nun en uç bölgesinde İslamiyeti yaymak için çarpışan ve
Sanki şehrin yosunlarla kaplı eski duvarları , güzel harflerle kaplı eski çeşmeleri, çürüyüp eğilerek birbirine yaslanan ahşap evleri yanıp yıkılıp bitip tükenmiş ve yerlerine yapılan yeni sokaklar, beton evler, neon lambalı dükkanlar, apartmanlar daha eski, daha korkutucu ve daha anlaşılmaz yerler olarak inşa edilmişlerdi. Sanki şehir tanıdığı bir yer, geniş bir ev olmaktan çıkmış, her önüne gelenin sınırsız beton, sokak, avlu, duvar, kaldırım ve dükkan eklediği tanrısız bir yere dönüşmüştü.
Yaşamımız hapishanedeki mahkumların yaşamından pek az bir fark taşıyor: Bir ev ve bir avlu içinde kapatmışlar bizi, bir hapishanenin ziyaret saatleri ne kadarsa o kadar sıklıkla görmeye geliyorlar.
And olsun ki oraya
Orda çocukluğu ısrarla tütenin avlu
Kalanın kendine kuyunun kuyuya taş attığını gördüm
Engebeli evlerden ılık aklıma değnek
Şimdi bana durmadan dumana alışık
Tef, çaput ve yağış gerek
İş bu artan nevalem
Onların çınlayan tembihleri
Uygun yaşam
Uygun adım
Uygun aşk
Gidiyorum özenle bırakıp her şeyi
Gidiyorum,
Sular ve seller götürsün sizi...
Zindan iki hece, Mehmed'im lâfta!
Baba katiliyle baban bir safta!
Bir de, geri adam, boynunda yafta...
Halimi düşünüp yanma Mehmed'im!
Kavuşmak mı? .. Belki... Daha ölmedim!
Avlu... Bir uzun yol... Tuğla döşeli,
Kırmızı tuğlalar altı köşeli.
Bu yol da tutuktur hapse düşeli...
Git ve gel... Yüz adım... Bin yıllık konak.
Ne ayak dayanır buna, ne tırnak!
Bir âlem ki, gökler boru içinde!
Akıl, olmazların zoru içinde.
Üstüste sorular soru içinde:
Düşün mü, konuş mu, sus mu, unut mu?
Buradan insan mı çıkar, tabut mu?
...