"Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi" dedi. "Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik... Sesler, nesneler, kokular... Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa... Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?"
Sayfa 75 - Zamanın Boğuntusu | 1995Kitabı okudu
Zamanın Boğuntusu
Sesinde akşamın turuncu dalgınlığı, kirpiklerini kentin kararan kalbine gömmüş, kimsenin erişemeyeceği bir uzaklığa çekilmek ister gibi, balkonun boşluğa uzanan avucunda yudum yudum siliniyordu. "Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi" dedi. "Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün
Reklam
"Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi" dedi. "Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik... Sesler, nesneler, kokular... Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa... Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşı derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?"
“Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi” dedi. “Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik... Sesler, nesneler, kokular... Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık... Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa... Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz... Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?”
Papalagi de yoksuldur, çünkü o tam bir "şey" düşkünüdür, "şeyleri olmadan yaşayamaz. Saçlarını düzeltmek için, kaplumbağa kabuğundan bir alet yapsa ve saçlarını yağlasa, o alet için bir de kılıf yapar, sonra o kılıf için küçük bir kutu, küçük kutu için de büyük bir kutu. Her şeyi kılıfların ve kutuların içine yerleştirir. Bel örtüleri için, üst ve alt örtüleri için, iç örtüleri, ağız örtüleri ve diğer örtüler için kutuları var dır, el kılıfları, ayak kılıfları, yuvarlak metal ve ağır kâğıt için, azıkları için, kutsal kitapları için, her şey, her şey için kutuları vardır. Teki bile yeterli olan bir "şey'den, bir sürü şey yapmayı becerir Papalagi. Bir Avrupalının aşevine gidecek olsan, hemen hiçbir zaman kullanılma yan bir dolu yemek kabı ve yiyecek pişirmek için ıvır zıvır bulursun. Her yemek için ayrı bir tanoa vardır. Su için ayrı, Avrupa kava'sı için ayrı, hindistancevizi için ayrı, güvercin için ayrı bir tanoa.
Sayfa 47
“Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi” dedi. “Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik… Sesler, nesneler, kokular… Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık… Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa… Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz… Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?”
Reklam
Gezginin Hikayesi
İran mistisisizmi, sonsuz bir yolda yürüyen gezginden söz eder. Bu yolcu her türlü yükle yüklüymüş. Sırtında ağır bir kum torbası varmış; büyük su kabı yanından sarkıyormuş, sağ elinde garip şekilli bir taş, sol elinde iri bir kaya parçası taşıyormuş. Boynunda yıpranmış bir ipin ucunda eski bir değirmen taşı sallanıyormuş. Ayak bileklerindeki
Sayfa 109
Hz. Muhammed(sav) ne diyor; “Sizden herkes, ihtiyaçlarının tamamını Rab’binden istesin. Hatta kopan ayak kabı bağına varıncaya kadar Allah’tan isteyiniz.” Kul olan sen, bu bilince vardığın anda işler değişmeye başlar. Sen değişmeye başlarsın. Hayatın mucizevi değişimler yaşamaya başlar.
Düşünmek ne kelime
''… ‘Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi’ dedi. ‘Suyun, içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik… Sesler, nesneler, kokular… Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık… Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa… Bütün bunların varolması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşın derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz… Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?’ …''
Sayfa 75 - Kırmızı Kedi Yayınevi
“ ‘Günlerin bize aitmiş gibi görünmesi ne tuhaf değil mi’ dedi. ‘Suyun,içine konduğu kabı sahiplenmesine benziyor tıpkı. Uyanıyoruz, gün ışığının o dingin, bakir saltanatı; bir anne soluğu gibi ta içimize işleyen bir mavi serinlik… Sesler, nesneler, kokular… Bizimle birlikte usul usul uyanan bir müthiş yalnızlık… Birden, açıklanamaz biçimde yaşadığımızı duyumsuyoruz. Musluktan akan su, camlarda şakıyan gökyüzü, uzandığımız kapı kolu, bir bayram gibi dört yanımızdan akan çarşılar, ağaçların düğünü rüzgârda, olanca görkemiyle kendini bir kez daha bize sunan doğa… Bütün bunların var olması, bizim onları görmemiz, onlarla kendi varlığımızı duymamız, bizi var eden, yaşamı sevdiren bu görkemin derinden derine ölümü duyurması, bu şenliğin bizden sonra da süreceğini bilmemiz, tüm bunlara karşı derin bir tutkuyla yaşamakta ayak dirememiz…Düşündün mü hiç, tuhaf değil mi sence de?’ ”
Sayfa 75 - ‘Zamanın BoğuntusuKitabı okuyor
47 öğeden 11 ile 20 arasındakiler gösteriliyor.