Her bitmiş yazı, birçok beslenen, sahiplenilen ve sevilen acının ve yanılgınin anıtı ya da mezolesidir. Bu yapıyı inşa eden mimarlar ve işçiler bu acılardan kurtulmuştur. Acı, uzay boşluğunda elbet yerini koruyacaktır fakat bu, yazanın gönül boşluğu olmayacaktır en azından. Çünkü şairin dediği gibi, acı geçiyor, acı elbet geçiyor fakat acı çekmiş olmak geçmiyor. Ancak yine de insanın içinden hep gülmek de gelmiyor. Bazen sessizleşir insan, dinginleşir ve ciddileşir. Geçmişi düşünür insan, çünkü geçmiş ruhun asıl yurdudur. Birden nasıl olur, insanın içini, geçmiş zamanlar duyumsadığı duyguların hasreti kaplar, bunlar en acılı duygular olsa bile. Yüreği soğuyup, yanılsamaları kaybolan insan, yeniden etraflıca ve yavaşça bir heyecanın peşine gark olur. Boş göklerin Tanrı'sının seyrinde sahip olduğu vücudu tekrar kendi bedeni haline getirmek için çamura bular kendini. Başkasının çamuru ile kirlenmiş güzelliklere yeniden onurunu geri verebilmek için belki de. Tabi ya herkes Golyat'a karşı Davut beklerse olur mu; kendinin, evreninin Davut'u olmak gerek. Bunun içinse içimizin evrenini keşfe çıkmalıyız. Ruhumuzun derinliklerini tanımıyoruz. Bütün dünyaları kapsayan sonsuzluk nerde? Sonsuzluk ya içimizde ya da hiçbiryerimizdedir. Cüzi olan külli olanı kapsayamaz, öyleymiş gibi olur, sanı içinde bekler ve insan yalnızca yanılır.