TÜRKLER
Türkler, göçebe çadırlarını eski Roma ihtişamının üzerine kurdular. Medeniyetin beşiği, vahşi kuvvetlerin ve barbar müslümanların avı oldu.
Sayfa 41
Okumuş Bir Sultan
Yüzlerce yıllık bir kültürün kaybolacağı korkusuyla akıllarını yitirecek gibi olan Batılı hümanistler, Fatih Sultan Mehmed'in eğilimlerini bilselerdi epey şaşırırlardı. II. Mehmed her konuda inatçı ve atak birisiydi, şana ve zafere açtı: Saltanatını başlatan mucizevi zafer sayesinde ona "Fatih" lakabı takılmıştı. Ama bu karmaşık kişilik aynı zamanda Roma'nın yüksek din görevlilerini şaşırtacak ve ona alelacele, haksızca yakıştırdıkları barbar etiketini sarsacak bir zihin açıklığına sahipti. Onu yakından gören yabancılar, seyyahlar, diplomatlar veya Venedikli tüccarlar önyargılarından yavaş yavaş sıyrılmış ve sultanda doymak bilmez bir bilgi açlığı olduğunu ka- bul etmişlerdi. Bu açlık doğal olarak Doğu'ya yönelikti. Mehmed Arapça ve Farsça yazmaları topluyor, Doğu şiirine ve tarihine ilgi duyuyor, İslami bilgisini derinleştirmeye uğraşıyordu. Ama Batılı gözlemciler her zaman uyanık olan dikkatinin bir bölümünün de Hıristiyan âlemine yöneldiğini memnuniyetle kaydediyorlardı. Dış dünyaya ilgisiz olan halkının aksine, sultan bu dünyayı tanımaya çalışıyor, haber ve bilgi alma kaynaklarını dilediğince çeşitlendiriyordu. Yolu imparatorluktan geçen yabancılar saraya davet ediliyor, ülkelerinden söz etmeleri isteniyordu. Bu tanıklıklara, Fatih Avrupa'dan getirttiği kitapları okuyarak edindiği bilgileri ekliyor, bu kitapları ya kendine armağan ettiriyor ya da seferlerde ganimet olarak alıkoyuyordu.
Sayfa 49 - Türkiye İş Bankası Yayınları
Reklam
457'de, Doğu Roma imparatoru Markianos 65 yaşında öldü. Karısı Pulcheria da dört yıl önce ölmüştü. 379 yılından beri Konstantinopolis'te hüküm süren Theodosius hanedanı sona ermişti: Aynı kandan bir ardıl olmadığı için, sonraki imparatorun kim olacağı konusunda en büyük söz hakkı orduya aitti. Başkomutan genellikle en güçlü aday olurdu ama 457'de ordu komutanı barbar kökenli biriydi: Alan adı verilen ve evvelce Karadeniz'in doğusunda yaşarken onyıllar önce Hunlar tarafından buradan sürülen bir kabileden gelen Aspar. Hala kendine Roma diyen Doğu İmparatorluğu, barbar kanına duyulan eski kuşkuya bağlıydı: Vandal Stiliche ya da Vizigot Ricimer Batı'da imparator olamadığı gibi, Aspar da Doğu'da imparator olamazdı... O zaman Aspar kabul edilebilir bir aday olan, 50'li yaşlarındaki vekilharcı Thracia'h (Trakya) Leon'u kuklası olarak belirledi. Leon, tacını Konstantinopolis patriğinin elinden giydi. Doğu'da piskopos ilk kez, papanınkine benzer bir rol oynuyordu. Ama tahta çıktıktan sonra Leon'un güdülemeyeceği ortaya çıktı.
Muhammed 'in ya da haleflerinin herhangi bir mucizesine inandığımızda ,birkaç barbar Arap'ın tanıklığı delil olarak gösterilir .Diğer yandan Titus livius 'un Plutarkhos'un tacitus'un otoritesini ,demem o ki belirli bir dinle ilgili mucize aktarmış olan Yunan,Çinli ve Roma Katolik tüm yazar ve tanıkların otoritesini değerlendirirken ;bu tanıklıklara Muhammed'in mucizelerinden bahsettiklerinde nasıl yaklaşacaksak öyle yaklaşmamız gerektiğini ve aktardıkları bu mucizeye nasıl kesin bir şekilde karşı çıkıyorlarsa bizim de aynı kesinlikle bunlara karşı çıkmamız gerektiğini söylüyorum .Bu argüman aşırı incelikli ve zekice gözükebilir ;/ama birine karşı suç işlendiğini iddia ettiği sırada o kişinin iki yüz fersah uzakta olduğunu doğrulayan başka iki insanın tanıklığıyla yok olduğunu varsayan bir hâkimin muhakemesi den farkı yoktur .
Sayfa 121Kitabı okudu
Fakat kuzeyden gelen ve barbar olarak nitelenen bu kavimler, kültür ve inanç bakımından gelişmemiş oldukları için, Roma devrinden kalma bütün müesseseleri yıkmışlar ve bunların yerine yeni müesseseler kuramamışlardı. Böylece eski Roma okulları kapatılmış, okuma yazma bilenlerin sayısı azalmış ve Batı Avrupa derin bir cehalet uykusuna dalmıştı. Kilise, putperest olan bu insanları Hıristiyanlaştırmayı başarmış ve kendi isteği doğrultusunda yönlendirmiştir. Bir süre sonra bilim, kültür ve düşünce, papazların tekeline girmiş; onlar da, insanlara lazım olduğu kadarından fazla bilgi vermeyi gereksiz gördüklerinden ve lazım olan bilginin de kutsal sayılan İncil ve Tevrat'ta açıklan- dığını, dolayısıyla bunun dışında bir bilgiye gerek olmadığını, hatta bunun zararlı olduğunu iddia ederek halkın bilinçlenmesini önlemişlerdi. İşte Batı dünyasının, dokuz asırlık bu dogmatik ve skolastik uykudan uyanmasını ve içine düştüğü karanlıktan kurtulup aydınlığa kavuşmasını sağlayan asıl faktör, İbn Rüşd tarafından geliştirilen bu yeni metodolojik yaklaşım olmuştur.
Flaubert'in dediği gibi, Atilla benim.
"O, göçmenin ilkörnegidir. Ona, 'Artik bir Roma yurttaşısın!' deselerdi, bir togaya sarınır, Latince konuşmaya başlar ve imparatorluğun silahlı kuvveti olurdu. Ama ona: 'Sen bir barbar ve dinsizden başka bir şey değilsin!' dediler ve o da ülkeyi yakıp yıkmaktan başka bir şey düşlemez oldu."
Sayfa 310
Reklam
374 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.