kişinin yaşamında bir anlama ulaşmasının üç temel yolu vardır. bunlardan ilki bir eser yaratmak ya da bir iş yapmaktır. ikincisi bir şey yaşamak ya da bir insanla etkileşime girmektir, başka bir deyişle sadece işte değil, sevgide de anlam bulunabilir.
yaşamda anlam bulmanın ikinci yolu, bir şey yaşamak, doğayı ve kültürü yaşamak, son ve biro kadar önemlisi de olanca eşsizliğiyle bir insanı yaşamaktır. yani onu sevmektir.
insanın gerçekte ihtiyaç duyduğu şey, gerilimsiz bir durum değil, daha çok, uğruna çaba göstermeye değen bir hedef, özgürce seçilen bir amaç için uğraşmak ve mücadele etmektir.
hâlâ hayatta olanların umutlanmak için nedeni vardı. sağlık, aile, mutluluk, mesleki yetenekler, talih, toplumdaki konum. bütün bunlar tekrar kazanabilecek ya da eski duruma getirebilecek şeylerdi. her şey bir yana, kemiklerimiz hâlâ yerindeydi.
ama gözyaşlarından utanmanız gerekmiyordu, çünkü gözyaşları bir insanın cesaretlerin en büyüğüne, acı çekme cesaretine sahip olduğuna tanıklık ediyordu.
bir insanın ruhsal durumuyla vücudunun bağışıklık durumu arasında ne kasar yakın bir ilişki olduğunu bilenler, umut ve cesaretin birdenbire yitirilmesinin öldürücü bir etkisi olabileceğini anlayacaktır.
eğer yaşamda gerçekten bir anlam varsa, acıda da bir anlam olmalıdır. acı da yaşamın kader ve ölüm kadar silinmez bir parçasıdır. acı ve ölüm olmaksızın, insan yaşamı tamamlanmış olmaz.
bir insanın acı çekmesi, boş bir odadaki gazın davranışına benzer. boş bir odaya belli bir miktarda gaz verildiği zaman, oda ne kadar büyük olursa olsun, gaz odanın tamamına yayılır. ne kadar küçük ya da büyük olursa olsun, acı da insanın ruhuna ve bilincine tamamen yayılır. dolayısıyla insanin çektiği acının büyüklüğü kesinlikle görecelidir.
sevgi, sevilen insanın fiziksel varlığının çok çok ötesine geçer. sevgi en derin anlamını, kişinin tinsel varlığında, iç benliğinde bulur. sevilen kişinin gerçekte orada olup olmaması, yaşayıp yaşamaması, bir anlamda önemli olmaktan çıkıyor.
tam bir yalnızlık konumunda, insan kendini olumlu eylemle dile getiremediği, çektiği acılara doğru bir tavırla katlanmaktan başka yapacak hiçbir şeyi olmadığı zaman, sevdiği insana ilişkin içinde taşıdığı imgeye sevgiyle yoğunlaşarak doyuma ulaşabiliyordu.