"Sorun, dünyanın gerçek zenginliğini artırmadan sanayinin çarklarının nasıl döndürüleceğiydi. Üretimin sürdürülmesi, ama ürünlerin dağıtılmaması gerekiyordu. Uygulamada bunu gerçekleştirmenin tek yolu da, savaşın sürekli kılınmasıydı."
"Gel gör ki, zenginliğin genel yükselişinin hiyerarşik bir toplumun ortadan kaldırılmasını tehlikeye düşürdüğü, ama aslında hiyerarşik toplumun bir anlamda ortadan kaldırılması demek olduğu da açıktı. Belli ki, herkesin daha az çalıştığı, yeterince yiyecek bulduğu, banyosu
ve buzdolabı olan bir evde yaşadığı, bir arabası, hatta uçağı olduğu bir dünyada, eşitsizliğin en belirgin, belki de en önemli biçimi ortadan kalkmış olacaktı. Zenginlik, bir kez genelleşti mi, ayrım tanımayacaktı. Hiç kuşku yok ki, kişisel mülk ve lüks anlamında zenginliğin eşit bir biçimde dağıtılacağı, buna karşılık iktidarın küçük bir ayrıcalıklı zümrenin elinde toplanacağı bir toplum düşünmek mümkündü. Ama böyle bir toplum uygulamada uzun süre ayakta kalamazdı. Çünkü boş vakit ve güvenlik herkesçe paylaşıldığında, yoksulluğun serseme çevirdiği geniş kitleler okuryazar olacak, kendi başına düşünmeyi öğrenecek, o zaman da hiçbir işe yaramadığını sonunda fark ettiği ayrıcalıklı azınlığı ortadan kaldıracaktı. Hiyerarşik toplumun varlığı, uzun sürede, ancak yoksulluk ve cehalete yaslanarak sürebilirdi."
"Yirminci yüzyılın başlarında, nerdeyse
bütün okuryazar insanların aklından, son derece zengin, insanlara boş vakit sağlayan, düzenli ve verimli bir geleceğin toplumu düşü -cam, çelik ve karbeyaz betondan oluşan parlak, pırıl pırıl bir dünya- geçmekteydi. Bilim
ve teknoloji baş döndürücü bir hızla gelişiyordu ve bu gelişmenin böyle sürüp
"Modern savaşın ana amacı (bu amaç, çiftdüşün ilkelerine uygun olarak, İç Parti yönetiminin beyinleri tarafından aynı anda hem benimsenmiş hem de reddedilmiştir), genel yaşam düzeyini yükseltmeksizin, makinelerin ürettiklerini tüketmektir."
"Üstelik Ekvator çevresindeki, sömürülen halkların emeği aslında dünya ekonomisi için hiç de gerekli değildir. Bunlar dünyanın zenginliğine hiçbir şey katmaz, çünkü ürettikleri her şey savaş için kullanılır, savaşmanın amacı ise her zaman, verilecek başka bir savaşta daha iyi bir konumda olmaktan başka bir şey değildir. Köle halkların emeği, yalnızca sürekli savaşın temposunun hızlandırılmasını sağlar. Onlar olmasa da, dünya toplumunun yapısı ve varlığını sürdürme yolu temelde değişmeyecektir."
"Ekvatoral Afrika'yı, Ortadoğu ülkelerini, Güney Hindistan'ı ya da Endonezya Takımadalarını denetimi altına alan devlet, boğaz tokluğuna başını kaldırmadan çalışan yüz milyonlarca ırgatın bedenlerini de ele geçirmiş olur. Bu bölgelerin nerdeyse açıkça köleleştirilmiş olan insanları, durmadan bir istilacıdan bir başka istilacının eline düşerken, daha çok silah üretme, daha çok toprak ele geçirme, daha çok işgücünü denetleme, daha da çok silah üretme, daha da çok toprak ele geçirme yarışında kömür ve petrol gibi kullanılırlar."
"Savaş, uygarlık merkezlerinde, tüketim maddelerinin durmadan kısıtlanmasından ve arada sırada otuz kırk kişinin ölümüne yol açan tepkili bombalardan başka bir anlam taşımamaktadır."
"Birbirlerini yok edemeyen, birbirleriyle savaşmaları için hiçbir somut nedenleri olmadığı gibi, aralarında gerçek bir ideolojik ayrılık da bulunmayan taraflar arasında, sınırlı hedefleri olan bir savaştır bu. Ancak bu, çarpışmaların ya da savaşla ilgili tutumun eskisi kadar gaddarca olmaktan çıktığı ya da daha soylu bir niteliğe büründüğü anlamına gelmemektedir. Tam tersine, savaş çılgınlığı tüm ülkelerde olanca evrenselliğiyle sürmekte; ırza geçme, yağmalama, çocukları boğazlama, tüm halkı köleleştirme, hatta tutsakların kaynar suya atılması ve diri diri gömülmesi gibi eylemler olağan sayılmakta, dahası bütün bunlar düşman tarafından değil de kendi ülkeniz tarafından yapılıyorsa, övgüyle karşılanmaktadır."
"Yaptığınız, söylediğiniz ya da düşündüğünüz her şeyi en küçük ayrıntısına kadar açığa çıkarabilirlerdi; ama nasıl işlediğini sizin bile bilmediğiniz, yüreğinizin içi, sırrını korurdu."
"Gerçekler, ne yaparsanız yapın, gizlenemezdi. Araştırıp kovuşturarak ortaya çıkarılabilir, işkence yaparak sizden sökülüp alınabilirdi. Ama amacınız hayatta kalmak değil de insan kalmaksa, sonuçta ne fark ederdi ki?"
"İtiraf, ihanet değildir. Ne söylediğin ya da ne yaptığın önemli değil; yalnızca duygulardır önemli olan. Beni seni sevmekten caydırırlarsa, işte o zaman gerçekten ihanet etmiş olurum."
"Anımsadığı kadarıyla, annesinin olağanüstü bir kadın olduğunu sanmıyordu, hele zeki bir kadın olduğu hiç söylenemezdi; yine de, tümüyle kendine özgü davranışlarından kaynaklanan bir soyluluk, bir eldeğmemişlik vardı onda. Duyguları sahiciydi ve dış etkilerle değiştirilmesi olanaksızdı. Onun gözünde, bir davranış sırf etkisiz olduğu için