“Nasıl bir şaheser şu insan! Ne kadar soylu akıldan yana, melekeleri ne kadar sınırsız; endamıyla,hareketiyle ne kadar kusursuz ve göz alıcı; davranışlarında bir melek sanki, kavrayışında neredeyse bir tanrı; En güzel yaratığı dünyanın,canlıların üstün örneği! Oysa benim için tek bir toz zerresi!” William Shakespeare, Hamlet.
“İnsan tam anlamıyla ikiye bölünmüştür: Kendi dikkat çekici benzersizliğine dair bir farkındalığa sahiptir, böylece yüce bir görkemle doğadan ayrışır ancak yine de körü körüne ve ahmakça toprağın altına girerek çürür ve sonsuza dek yok olur. Bu ikilemle yüzleşmek ve onunla birlikte yaşamak zorunda olmak dehşet vericidir.”
Reklam
“Din, biz insanların maymun kuzenlerimizden niteliksel olarak gerçekten ayrıştığı bir olgudur.”
Büyük imparatorluklar, büyük tanrılar ve büyük dinler gerektirir. Üç bin yıl önce Mezopotamya ve Mısır şehirleri için yeterli olan ilk tanrılar (doğa güçleri, yaşam ve ölüm tanrıları) pek çok etnik gruba mensup, milyonlarca insandan oluşan imparatorluklar oluştuğunda artık yeterli gelmiyordu. Yönetimin yeni dünya düzenini kapsayacak şekilde sistemleştirilmesi zorunluydu.Aynı şekilde böylesi bir yönetimin ayrılmaz bir parçası oldukları için tanrıların ve dinlerin de sistemli hâle getirilmesi gerekiyordu.
Hayat yolculuğunda tanrıların sembolik ve anıtsal desteğini yanına almak yapayalnız insan için huzur ve güven verici olmuştur. Bu tür destekler, yaşam dramının kaçınılmaz sonuyla ilgili bir şeyler fısıldayan iç sesleri susturur.
Şehir devletler arasındaki Mezopotamya savaşları, tanrıların arasındaki bilinen ilk yarışma oldu. Tanrıların kısmen dünyevileşmesiyle eşzamanlı olarak, dünyevi otoriteler de (bu durumda krallar) kendileri için bazı ilahi yetkiler üstlendiler. Böylece kutsal ile dünyevi, yani din ile siyaset en başından iç içe geçmiş oldu.
Reklam
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.