Peşimizden yetişemediler ama başka kentlerde önümüze çıkacaklar. Bacaklarımızın arasında gizlediğimiz namuslarını merakla. Gözlerini elden ele verip üzerimize dikecekler. Göğsümüze, kalçamıza, bacaklarımıza. Bir namustur ki üstümüzden toplayıp atamıyoruz.
Akşamlara dek kahvede, vakitlerde camide, gece yarısına dek meclislerde her bir papa namusunu ölçüp biçiyordu. Görmeyeli namusun ne âlemde? Karın, kızın, anan, bacın...
Şu anlama gelen eski bir beyit vardır: “Göz, görmeye yarar ama kendini görmez.”
Benim gözüm seni görür, senin gözün de beni… Ben başkalarında gördüğüm çarpıklıkları yazıyorum, ya onlar da bendekileri görüp yazsalar…
Artık dayımın vücudu, dikiş yerlerinden balık ağına dönmüştü. Doktorlar yeni bir ameliyat için bıçak bile kullanmıyorlar, dikişleri sökünce, dayımın içi, karnıyarık gibi yarılıveriyordu.
Bir evin pencere perdesinin kımıldaması… Bir komşunun penceresinde teneke saksıdaki sardunyanın çiçek vermesi… Bir kedinin doğurması… Gece baykuşun ötmesi ya da bir köpeğin uluması… Pencereden vızıldayan bir böceğin uçarak odaya girmesi. Bütün bunları yorumlayarak soluk yaşamlarını renklendirirlerdi.