Istırap çektiğim anlar yüzünden pişmanlık duymuyorum, geçmişimin izlerimi birer madalyaymış gibi gururla taşıyorum, özgürlüğün bedelinin büyük olduğunu biliyorum, tıpkı köleliğindeki gibi; aradaki tek fark, özgürlüğün bedelinin zevkle ve gülümseyerek ödenmesi, bu gülümseme gözyaşlarıyla lekelense bile.
İnsanoğlunun arada sırada uydurmaya bayıldığı hayali itirazlar olmasa her şey ne kadar kolay yoluna girerdi. Çocukluktan beri yapmak istediğimiz bir sürü şeyi yapmaktan, sadece etrafımızdakiler “bu işi yapamaz” dediği için, kim bilir kaç kere vazgeçmişizdir...
“Yedi kişiden bir kişi evliya olabilirmiş. Evliya çok İyi yürekli, çok akıllı olan insanmış. Onun elini sıkanın ömrünün sonuna kadar talihi açık oluyormuş.” Ben de diyorum ki dedeme, “Öyleyse bu iyi yürekli insan, mademki yüreklidir, evliya olduğunu hemen söylese ya, o zaman herkes elini sıkacak onun.” “Ya!” diyor, “Bütün iş bundadır zaten. Evliya olan hayatta iken, kendisi de evliya olduğunu bilmez ki! Yalnız eşkıyalar eşkıya olduklarını bilirmiş.”
Çok insanlar, hastalıktan çok, içlerini kemiren, dinmek bilmeyen hırstan, olduklarından fazla görünmek istemelerinden ölürler. Akıllı, şerefli, güzel ve de aynı zamanda çevresini tir tir titreten, hak yemez, kararlı bir insan olmayı kim istemez?
Senin bir yere kaçmaman, kaybolmaman, sadece sessiz sessiz sırtüstü yatıp bulutları seyretmen için, bulutlar aklından geçirdiğin her biçime girer, seni avuturlar. Bulutlar hep aynıdır ama türlü hâllere girer. Yeter ki sen bil, senin için nasıl görünmek istediklerini...