27 Mart günü öğleden sonra Gazze’ye geldiğim zaman şehrin üzerinde yalnız düşmanın hafif topçu ateşi vardı. Binbaşı Tiller’i cesurca mukavemetinden dolayı tebrik edip kendisinden olanlar hakkında tafsilatlı rapor aldıktan sonra İngilizlere karşı mukabil bu taarruza geçip geçmemek gibi zor bir karar karşısında bulunuyordum. Her türlü taarruzdan bizi kayıtsız ve şartsız men eden Cemal’in bir telgrafı beni bu hususta bir karar almaktan kurtarmış bulunuyordu. Paşa, birkaç gün sonra muharebe meydanını teftiş etmek ve kıtalara cesurane müdafaalarından dolayı teşekkür etmek için cepheye geldiği vakit beni, işlerime yapmış olduğu yeni müdahalesinden dolayı canım sıkılmış bir halde görünce bana şöyle demişti:
“Sevgili dostum, emriniz altında bulunan kıtaların Alman değil, talim ve terbiyesi henüz o derece ilerlememiş olan Türk kıtaları olan olduğunu unutmamalısınız. Müdafaada Türk piyadesinden her şeyi talep edebilirsiniz; fakat taarruzda o, cesur olmakla beraber bu hususta gerekli olan talim ve terbiyeyi görmemiştir. Taarruz hakkındaki Alman düşünceleriniz güzel ve iyidir amma sizinkiler gibi subay ve astsubaylar olursa! Fakat burada siz, Türklerle çalışmak mecburiyetinde olduğunuzdan bu husustaki bilgilerinizi değiştirmek mecburiyetindesiniz.”
Cemal, şüphesiz bu sözlerinde haklıydı. Fakat bilgiyi değiştirmek kolay bir iş değildi! Evet, o bilgi ki hemen yirmi sekiz senelik hizmet müddeti içinde her gün işletilmiş ve talimlerle kökleştirilmişti.