Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Birer çocuk olarak biz, hayatımızı bize anlatan hikâyeleri bir araya getirerek dünyayı anlamlandırırız. Bizi neyin daha iyi edeceğini bulmayı hayal ederiz ve benim ‘iyileştirici fantezilerin kaynağı’ olarak adlandırdığım durumu yaratırız yani bir gün bizi gerçekten mutlu edecek umut dolu hikâyeyi yazarız. Çocuklar, çocukluk acılarını ve duygusal yalnızlıklarını iyileştirecek şeyin kendilerini değiştirmekte ve gerçekte olmak istediklerinden farklı bir insana dönüşmekte yattığını düşünürler. İyileştirici fantezilerin hepsinin teması budur. Dahası, herkesin iyileştirici fantezisi “Keşke...” ile başlar. Örneğin; insanlar daha fedakâr ya da daha çekici olsalar daha fazla sevileceklerini ya da daha hassas, daha özverili bir partner bulacaklarını düşünürler. Aynı zamanda, ünlü ya da aşırı zengin olsalar veya başkalarının onlardan korkmalarını sağlasalar yaşamlarının kurtulacağını düşünürler. Maalesef iyileştirici fanteziler çocukça çözümler içerir bu nedenle, yetişkinlerin gerçeğiyle uyuşmaz. Ancak iyileştirici fanteziler ne olursa olsun, acılarla büyüyen bir çocuğa daha iyi bir geleceği umut ettirerek iyimser bir bakış açısı kazandırır. Çoğu insan, sefil bir çocukluktan bu şekilde kurtulmaktadır. Bir gün sevilebilme umuduyla dolu olan fanteziler...
Sevgi denen şeyin güzelliğini kim anlatabilir? Aşk bize, tabiatın vakfettiği insana kavuşmuş olmak inancını aşılar; hayatımızı birdenbire aydınlatıveren ve bize sanki onun sırrını anlatan bir ışıktır; en ufak şeylere bile gözümüzde bir değer kazandırır; çok tatlı oldukları için teferruatı hafızadan siliniveren ve ruhumuzda ancak uzun bir saadet izi bırakarak geçip giden saatleri bize yaşatan odur; onun yüzünden bazen sebepsiz yere, derin bir teessürden delice bir neşeye geçiveririz; yine onun yüzünden, sevgilinin varlığı bizde büyük bir zevk, yokluğu ise derin bir umut uyandırır; kendimizi adi ve olağan bağlardan kurtulmuş sayar, etrafımızı saran her şeyden üstün addederiz; yaşadığımız alemde insanların artık gelip bizi bulamayacaklarına inanırız; aşk, bize her düşünceyi sezmek ve her heyecanı cevaplandırmak imkanını sağlayan o karşılıklı anlayış hissini aşılar; bütün bunlar aşkın yarattığı bir büyüdür ki insan onu hisseder ama, tasvir etmekten acizdir!
Sayfa 71 - İletişim yayınlarıKitabı okudu
Reklam
Kanuni Sultan Süleyman'ı anlatan uzunca bir bölümün Paolo Giovio'nun eseriyle kelimesi kelimesine aynı olması şüpheleri ortadan kaldırır. Başka bir deyişle Vasco Diaz Tanco del Fregenal, Paolo Giovio'nun yazdığı Türk tarihi üzerine kendi nesnel ve keskin görüşlerini eklemekten başka bir şey yapmamıştır. Bu eser ayrıca "Kâfür Türk"ün vakanüvise göre değişen sıfatlarının zenginliği bakımından çarpıcıdır. Ona göre Türkler "kahrolası bir halk", Süleyman "vahşi" ve "savaş seven" bir imparatordur. 71. bölüm aynen şu başlığı taşır: "Kahrolası hükümdar Süleyman'ın planları ve şeytani hülyaları ve kayda değer hilekârlıkları." Başka bir bölümde ise şöyle der: "Bu kahrolası prens rahat duramadığından bir sonraki yıl başka bir sefere çıktı." Bir diğer ilginç örnek ise bu bahsi geçen tarihin 75. bölümünde yer alır: "Bu kahrolası millet, atlarının çokluğu, askerlerin çektiği acılar ve bitmek tükenmek bilmez bir para meselesiyle, uzun savaşlara çıkarak bizi yavaş yavaş zayıflatıyorlar, ve nihayetinde de yaptıklarıyla bize büyük zararlar veriyorlar, aynı diğer milletlere yaptıkları gibi."
Sayfa 319Kitabı okudu
EFELYA'dan... ........ Elif, Ferhat'ı daha yakından tanımak için, çocukluğuna dair hatıralarını anlatmasını istedi ondan; sonra sesine bir avuç fesleğen katıp: “Dur, önce anneni anlat, çok merak ediyorum, yaşıyor değil mi?” “Yaşıyor değil mi?” cümlesiyle Ferhat birdenbire dağılmıştı. “Hayır, yaşamıyor; çocukken kaybettim
Alışılmış pornografi kullanımının erkeklerin ve erkeklerin cinselliği üzerindeki talihsiz nörolojik, davranışsal ilişkisel ve fizyolojik sonuçlarına ek olarak, pornografinin yaygınlaşması, kadın bedenlerinin sunumunda ve beklentilerinde toplumsal bir değişime katkıda bulunmuştur. Bize defalarca söylenenlere (kadınlar olarak bizi değerli kılan şeyin, erkekler tarafından bir beden olarak arzulanmak olmasına) inanırsak, o zaman erkeklerin pornografi yoluyla istemeyi öğrendikleri, kadınlar olarak arzulanmaya devam etmek için yapmayı öğrendiklerimizdir diyebiliriz. Pornografiye göre istenen şey aynıdır: Bir vücut tipi,vajinanın şekli/boyutu /rengi, belirli bir vücut stili ile kadın bedeni karikatürleri erkeklerin tüketimine nesneler olarak sunulmuştur. "İdeal" veya erkeklerin bizden ne istediğini düşündüğümüze yaklaşmak için, bazılarımız bize yatak odasında nasıl iyi performans göstereceğimizi anlatan veya "ona nasıl aklını uçuracak seks yapacağımız konusunda ipuçları veren" dergiler satın alırız. Bazılarımız göğüs büyütme, vajinal estetik gibi operasyonlar geçirir veya aşırı cinselleştirilmiş Cadılar Bayramı kostümleri giyer. Kadınlar, kadınlık ve cinsellik hakkında bu tutarlı hikayeyi normalleştiriyor ve duyuruyor. Bu mesajlar her yerde olduğu için öylesine bir aşinalık havası yaratıyor ki, bunun kendi kişisel ve bireysel düşünme tarzlarımız olduğuna inanıyoruz. Kendimizi nasıl sunacağımız konusunda seçimler yaptığımızı sanıyoruz ancak aslında kadın olmak üzerine bizim izlemediğimiz pornografiden etkilenmiş bir hikayeyi oynuyoruz.
Hz. Mevlana insanın kendini arayışını ne güzel ifade etmiş, “Neyi arıyorsan o'sun!" demiş. En çok uzağında olduğumuz kendimiz değil miyiz? Ne zordur insanın kendini tanıması, kendini bilmesi. Çıktığımız uzun ve ince hayat yolunda rastladığımız her insan, karşılaştığımız her sıkıntı bize bizi anlatan bir işarettir esasında. Hayat yolculuğu bir bakıma insanın kendini bulma, kendini tanıma serüveni değil midir?
Sayfa 95
Reklam
Muhtemelen kitaplar yalnızca çocukluk döneminde hayatımızda derin bir iz bırakır. Hayatımızın ilerleyen yıllarında okuduklarımızı beğenir, eğlenceli bulur, onlar vasıtasıyla bazı görüşlerimizi değiştirebiliriz, ama daha ziyade zaten düşündüğümüz şeylerin teyidini görürüz kitaplarda... Fakat çocuklukta tüm kitaplar bize geleceği anlatan kehanetlerle doludur ve kartlara bakıp uzun bir yolculuk veya boğulma yoluyla ölüm gören bir falcı gibi, gelecekte olacakları etkilerler. Sanırım kitapların geçmişte bizi heyecanlandırmaları bundan kaynaklanıyor.
Sayfa 102Kitabı okudu
Bozkurt; Türk uruklarının en büyük töz (totem)lerinden biridir. Hun Türklerinin bir kolu olan Tu-cje'ler, kurt'tan türediklerine inanırdı. "Büyük dedelerini kurt, kendi yavrularıyle birlikte güdüyor, inine götürerek besleyip büyütüyor". Bu yüzden bayrakların üzerine kurt kafası bulundururlardı Türk kabilelerinde, kurttan geliş
Sayfa 135 - Türk Dünyası Araştırmaları VakfıKitabı okudu
Graham Greene “Kayıp Çocuk” başlıklı denemesinde şöyle der;
Muhtemelen kitaplar yalnızca çocukluk döneminde hayatımızda derin bir iz bırakır. Hayatımızın ilerleyen yıllarında okuduklarımızı beğenir, eğlenceli bulur, onlar vasıtasıyla bazı görüşlerimizi değiştirebiliriz, ama daha ziyade zaten düşündüğümüz şeylerin teyidini görürüz kitaplarda… Fakat çocuklukta tüm kitaplar bize geleceği anlatan kehanetlerle doludur ve kartlara bakıp uzun bir yolculuk veya boğulma yoluyla ölüm gören bir falcı gibi, gelecekte olacakları etkilerler. Sanırım kitapların geçmişte bizi heyecanlandırmaları bundan kaynaklanıyor.
İşte size, "olumsuz" duygularımızın bize ilettiği şeylerden bazuıları. Korku, tehlikeden uzaklaşmamızı ve dikkatli olmamızı söyler Üzüntü, bir ilişkiyi, bir fırsatı veya bir fikri kaybettiğimizi söyler Öfke de bir işarettir. Tıpkı korku gibi öfke de tehlikeyi işaret eder Ancak öfke bizi geri çekilmeye yönlendirmek yerine, tehditle yüzleşmemiz gerektiğini anlatan bir işarettir. Öfke, sınırlarımızın ihlal edildiğini bildirir. Bir ülkenin rada savunma sistemi gibi öfke duygusu da incinme veya kontrol altına alınma tehlikesi altında olduğumuzu bildirerek, bir "erken uyan sistemi" görevi yapar
Sayfa 120Kitabı okudu
Reklam
"Olduğuna inanmak"; mesele de budur zaten. Biz okurlar, kelimeleri yaşantıyla, yaşantıyı kelimelerle eşleştirerek bir yaşantıyı yansıtan, bizi bir yaşantıya hazırlayan ya da hepimizin çok iyi bildiği gibi, ancak yanan sayfalar boyunca bize ait olacak yaşantıları anlatan hikâyelerin sayfalarını karıştırınız. Buna göre, bir kitabın olduğuna inandığımız şey, her okuyuşta kendini yeniden biçimlendirir. Yıllar boyunca deneyimim, zevklerim, önyargılarım değişti: Günler geçtikçe hafızam kütüphanemdeki ciltleri yeniden raflardaki yerlerine oturtmayı, kataloglamayı, ıskartaya çıkarmayı sürdürüyor, kelimelerim ve dünyam -birkaç değişmez sınırtaşı dışında- asla tek ve aynı değildir. Herakleitos'un zaman hakkındaki sözü benim okumalarım için de aynı şekilde geçerlidir. "Asla iki kez aynı kitabı okumazsınız."
Muhtemelen kitaplar yalnızca çocukluk döneminde hayatımız- da derin bir iz bırakır. Hayatımızın ilerleyen yıllarında okuduk- larımızı beğenir, eğlenceli bulur, onlar vasıtasıyla bazı görüşle- rimizi değiştirebiliriz, ama daha ziyade zaten düşündüğümüz şeylerin teyidini görürüz kitaplarda... Fakat çocuklukta tüm kitaplar bize geleceği anlatan kehanet- ferle doludur ve kartlara bakıp uzun bir yolculuk veya boğulma yoluyla ölüm gören bir falcı gibi, gelecekte olacakları etkilerler. Sanırım kitapların geçmişte bizi heyecanlandırmaları bundan kaynaklanıyor.
Sayfa 102Kitabı okudu
Ortada büyük bir tartışma vardı. Siyahlar, beyazlara ait bir bölgede en fazla 72 saat kalabiliyordu ve haliyle ilk 72 saatin sonunda ne yapılacağına dair bir tartışma başlamıştı. Bu bölgenin dışına çıkıp yeni bir 72 saat için geri mi dönüyoruz yoksa yasaya karşı mı koyuyoruz? Beyazlar diyordu ki hayır, yürüyüp çıkmalıyız. Çok kısıtlayıcı
244 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.