Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Süleyman Cansever

Ve ben ki Güzel yazmayan ama güzel anlatan Ve güzel anlatılan Bir sanemdim de saklamamı dışa çıkardım Ve eşsiz kâselerimle içkimi sundum Ve bir ortaçağ sahhafı gibi Özenle yerleştirdim kendimi Yaşamın büyük suyuna Kösnül suyuna Kendimi buldum. Tenis Öğretmeni (Üçüncü Set: Sonsuz Uyum), Edip Cansever
Reklam
Bizim evin camından dışarsı görünüyor Bizim evin dışarsı sokak Kimbilir ne güzel sokak Ben hep sokakabakarım Sunaylan Bazan üşürüm açıkırım Portakal yerim o zaman hiç ağlamam Hiç ağlamam Sevgili Babaneciyim, Turgut Uyar
Feyyaz diyor ki oysa “ben bir ağlama ustasıyım” galiba ben de Galiba Ben De, Turgut Uyar

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
aslında denizden almıştır sesini kararmış bir toprağın bitki örtüsü kederlendirir baktığın suyu içtiğin suyu nemlendiremez bile hayatın hain bir ayraçtır katıldığın konuya hasan Hasan Mutluluğu, Turgut Uyar
Hezeyan bir düşünüş
Yekdiğeri bir ıtır âleminin fıtratından doğan biricik masumane diğerleri tavah bir ülke düşünmek onu dimağında tahayyül ederek yeniden servi gibi doktrin ettirmek. Magma dünyaevin’in ağaçlar —ölümsüz ağaçlar— mahfuz bir dehliz içinde sular içinde. Güneşin sarımsı renginde dünyaevine mahdum biri olarak gelirken, servi dağından rengârenk bitkiler her biri aynı her biri doğaüstü olayından mukabil olarak söyleşiyordu. Kadıncağız ile adamcağız kekremsi malulen dünyaevine girerken —rengârenk— bir limon görüntüsü. Dikenler gözlerine batarken acıdan taharrür ederek gözlerin seyrine bakarken müteheveir bir çocuk gelip gözleri paramparça etmişti —renkler doğar— ölü gözlerinde. Rüzgâr sallanıyor üstünden aşağıya doğru, doruk gibi capcanlı olarak. Doğan doruk yavaş yavaş gark eyliyor hazana. Hazan doğuyor, debdebenin yıldızıyla göklere kuşlar gibi nüfuz ediyor bacaklarına. Bunu sanırım lâteşbih olarak hazanı güneşe benzetebiliriz. Teşbih yaptığımız çeyrek saatinde yerleşim yerlerinde doğru magma’ya ulaşıyor. Yer bitiyor, gök büyüyor. Ortada bir çiğ tanesi büyüklükte bir ay. Ay bakıyor, bakıyor. Şurumşine gibisinden bakıyor. Bakıyor, bakıyor, bakıyor...
Reklam
Belâgat ve Simgecilik
Ahmet Hâşim’i anlamak gül desenin içindeki o kıpkırmızı düşü anlamak. Sembolizm çağındakileri nedim gibi düşünmek ve anlamak. Ne diyor Furuğ Ferruhzad: “Kuş ölür, sen uçuşu hatırla.” O kuş gül aslında, gülü anlamak derinden; o kuşun uçtuğunu görmek gibi derinlerde. Ölmek, Ahmet Hâşim Firâz-ı zirve-i Sînâ-yı kahra yükselerek Oradan, Oradan
Şimdi Sevişme Vakti
Beyaz kadınlardan biri parkta iken —bir kadın— onun alaimasema gibi etekleri rüzgârlarla soyunuyordu. Sevici caddelerde pinhar ediyorlardı. Sonra geldi aklıma; bir kadın bir kadını öper gibi. Şehirin dışında güzel deniz, güzel kadınlar... bahçelerde tasvirler. buğday tenleriyle bir alaşağı gibi erozyon ettirtme gönencesinde idi. Bakıyorumda her ağacın altında uysal bir izdüşüm yatıyor. Mütebessim güneşler bir oluk gibi akıyor... buğday taneleri bedenlere. Biri dut yemiş dudakların belli. Biri karadut yemiş her yerinden belli. Biri akide şekeri tadında gözlerinden bir şeyler bir şeyler yapıyordu. Dikili pervazlarından altında güpgüzel bakışlarıyla, saçlarından akan taşlar, her biri her biri... bir şeyler yapıyordu artık. Bakıyorum da her yer beyaz dengesiz tanrılarla dolmuş, sevişmeye hazır engelek cüsseli insanlarla dolmuş. Şimdi sevişme vakti... hadi yağmur başladı. Islak tenine şu güsel entarini giy. Tak takıştır, sür sürüştür. Boya hadi dudaklarını. Saçlarını taramayı unutma, yüzyıl sonra öyle kalacak saçların çünkü. Bir otel kapısındayım İzmir’de. Karşımda enginar renginde bir kadın. Girdiğim otele girdi. Otel loş, içerisi loş. Loş bir otel, kadın münevver. Kapı çalınıyor —oda servisi olabilir— gelen o kadınmış enginar renginde olan o zürefa kadınmış. Şimdi otel daha da loş.
annem ağlıyor anne!
Fizyolojik sancılarımız bir temmuz gibi ağışa yükselir. Renk renk, şaşkın bir kadın güneşin doğuşuna seviniyor. Yolda kır terzisi uçurumlarda açan yüreğini biçimlenip tavana asar. Manav, bir akşamüstü bir domates birkaç domates hemen hemen tartar. Ah! o canım kirazlar... kirazlar çocukluk küpeler... çocukluk aşkları! Küçük kızlar malihülya gibi
Ece Ayhan’ı anlamak, kendimizi anlamaktan daha güçtür. Güç olan durum ise, belirsizliktir. Bir durumda olan güç, gelip kendimizi bedbaht olmamızı ister. Bu cümleyi: “Silgiler, silerken, silinirler de,” pek muvaffak olamadım. Şöyle ki; eğer bir düşüş içinde yaşarsanız, öylece kendinize bakarsınız. Cumhuriyet şairlerinden, etik, kara şiir-sivil şiir Ece Ayhan, dili beni kendime dirim verir gibi, sakilerde çoşarak bir güneşin gölgesine öylece duruyor. Şimdi, benim tümleçlerimi anlamanızda zorluk çekiyorsunuz herhal. Doğrudur. İnsan, insanı anlamıyor, ama hiç anlamıyor. Şu an ben Ece’nin bu vurgusunu anlamamışsam siz de anlamamışsınızdır. Kimse kimseyi sevemez, anlayamazda. Tekrar tekrar sorar, ne dediniz anlamadım? Birkaç kez tekrarlar. Sonra kendi sorduğu vurguyu anlamış gibi yapıp, kendi bahçesinin yolunu tutar.
Reklam
Silgiler, silerken, silinirler de! 1995/ Sivil Denemeler Kara - s. 82, Ece Ayhan
eylül! kırılgan mevsim! cam hançeri güzün dağılırdı kalbimde birden gecenin ve gündüzün perdesiyle örtülürdünüz tenhâyla ve tül dolardı içim... eylül! Eylül, Gülten Akın
Seni sevmek mor denizlerdi biraz Ne kadar gidilse bir o kadar bitmeyen Umutlar ve yıkılmalar ardında direnilen Seni sevmek mevsimler içinde en güzel yaz . Denizlerin Beklediği, Afşar Timuçin
Kitap; sesli mi, sessiz mi okunur?
Bileklerimizi morartmış yeni Alman kelepçeleri, Otobüsün kaloriferleri bozuldu Kaman'dan sonra Sekiz saat oluyor karbonatlı bir çay bile içemedik, Başımızda perensip sahibi bir başçavuş. Niğde üzerinden Adana Cezaevine gidiyoruz... Bi sen eksiktin ayışığı Gümüş bir tüy dikmek için manzaraya! Bi Sen Eksiktin Ayışığı, Can Yücel
119 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.