Naciye, Naciye!
Bilir misin? Bugün ne kadar beni sevindirdin. Dünyaları, bunlardan daha kıymetli olan seni görmüş, bulmuş derecesinde sevindim. Âh! Rûhum düşün, tamam sekiz ay oluyordu ki senden hiç haber alamadımdı. Artık hele son canlı cenazeye dönmüştüm. Hissiz, ruhsuz dolaşıp duruyordum. Bugün postamı kapayarak gönderdimdi ki Kabil’den Buhara Emiri tarafından "Abdülhakim Toksabay geldi" dediler. İçeri girdi ve bir beze sarılı zarf verdi. İlaveten "Afgan askeri de geliyor" dedi. Hemen, gayr-i ihtiyari bezi açtım. Bir de içinden üzerinde imzan da olan zarfi görünce yine çocuk gibi gülmeğe, sevinmeye başladım. Asabi, gayrimuntazam parçaladığım zarfın içinden firlayan kağıdı titrek ellerimle açtım. Asabiyetten soğumuş ellerimin arasından kalbinin hararetini hissediyordum.
Ah, Naciye! Hiç değişmemişsin. Beni yine aynı muhabbetle sevdiğini duyuyorum. Bana kısaca olan "Enverciğim" hitabın herşeyi, kalbinin en derin köşelerini gösteriyor. Adeta gözlerinin içini okuyorum. Of Naciye! Beş vakit namazda olan temennimi Hüda kabul etmiş. Sen beni yine seviyorsun ve bana sadıksın.
Naciyeciğim! Fakat mektubunu okudukça o kadar müteessir oldum ki, beni gelecek diye bekleyen sen ve yavrularım bu kadar aydır intizarda kaldınız. Sevgilim, şimdi ben size sabırsızlıkla intizar ediyorum. Bilmem Allah niye bizi böyle ayırdı. Bence birbirimizi çıldırasıya sevmek ve sonra bu şiddet-i aşkla artık birbirimizden ebedi ayrılmayacak, ikimizi birleştirmek için böyle yapmış olacaktır.