Şu dakika senin ne yaptığını merak ediyorum. Arayabilirim. Soluğundan anlayabilirim günün üzerine sinen bulutunu, onun yorgunluğunu ve rengini. Ancak eski zaman fotoğrafıyım biliyorsun. Hangi dönemde olursa olsun, bir öncekinin özlemiyim. Konuşmaya başladığım anda gözlerimin önüne aramızdaki yolun taşları birer birer serilecek, hissediyorum. Oysa, dile dökülmemiş kelimeler, kör bir insanın kavrayışıyla çakıltaşına dokunması ya da parlak güneş ışığının tenine değmesi kadar gerçek, henüz tüketilmemiş.
Olağanüstü hiçbir detay yoktu Alin’le tanışma biçimimizde, hatta yenilik de. Yüzlerce kez tekrarlanmış, sıradan tümcelere eşlik eden görüntüler. Göz kırpması kadar geçen sürelerde belleğe yerleşiveren, toplumsal yanımızın gücünü ortayı koyan doğallığa saklanmış biçimli pozlarımız, ilişki denilen bahçedeki söğüt ağacının dallarına hafıf bir esintiyle yapışmış, hangi görüntüyü verdiğimizi bilmediğimiz portrelerimizden ibaret bir yakınlık, hepsi bu.
“Hepimizin bir faresi vardır, " diyor, "halının altına süpürdüğümüz tozlar gibi gizlemeye çalıştığımız suçlarımızdır bunlar," diyor, "yok mu saymalı, onu yakalamaya mı çalışmalı?" diyor.