Edebiyat dünyası vahşi bir dünyaydı. Herkes birbirinin gözünü oymaya bakıyordu. Dünyada bir çok şey hayal edilemeyecek şekilde değişmiş ama edebiyat dünyası değişmemişti.
“Birçok erkek,” dedi, yan gözle falan değil doğrudan bana bakarak, “kadınların yanlış hayaller kurmasına neden oluyor. Genç kadınların erkeklerle ilgili hayallerini ne kadar erken yıkarsak, kendi yollarını o kadar kolay çizerler.”
İnsan oyuncu bir hayvandır. Belki, çoktan kaybolmuş o sahneyi belleğimizin tozlu köşelerinden çıkardığımız kırık dökük dekorlarla yeniden kurarak oynadığımız bu oyun, yas tutmanın bir yoluydu.
Ruhumu hangi kalıba dökeceğimi, kendimi hangi kantarda tartacağımı bilemedim. Dünya her dakika bana biraz daha batmaya başladı. Gökyüzünden yağmur değil, kurum gibi bir keder yağdı o günden sonra benim için.
Zaman saatlerle değil, kapanmayan hesaplarla, tükenmeyen acılarla, insanın ruhunu ele geçiren o iç sıkıntısıyla geçtiği için bazı geceler diğerlerinden daha uzun olurdu.
İkincisi, en büyük, en korkunç itiraf, bir işkence altında yapılan itiraf değildir (çünkü işkence altındaki gerçek bir itiraf değildir), insanın kendi kendine, artık dayanamayıp yaptığı itiraftır.