Harp Akademisi'nde bir subay. Henüz yirmi yaşında. Kendisini, ne olduğunu pek de anlayamadığı birtakım düşünce ve duygulara kaptırmıştır. Küskündür. İsyanlıdır. Neye ve kime karşı? Sorsanız pek de cevap veremez. Bir gün arkadaşlarından biri: - Sen kalk borusunda hiç uyanmıyorsun. Nöbetçi subay karyolanı sarsmadıkça kalkmıyorsun. Nen var senin? diye sordu. - Yatağa girdikten sonra uykuya dalamıyorum. Gözlerim sabahlara kadar açık. Tam uyuyacağım zaman da kalk borusu çalmak üzere. Bir gün asker hocalardan biri sınıfta öğrencilere bir mesele verdi: - Savaş nedir, artık biliyorsunuz, dedi, fakat bir de gerilla vardır. Bu kolay bir şey de değildir. Gerillayı yapmak da bastırmak da güçtür. Sonra bir misal üzerine öğrencileri imtihana çekti. - Osmanlı İmparatorluğunun devlet merkezi İstanbul. Farz ediniz ki şu veya bu sebepten Boğaziçi'nin doğu kıyısı ile İzmit Körfezi arasında halk devlete isyan etmiştir. Şimdi soruyorum: Halk böyle bir isyanı ne için yapabilir? Devlet bu isyanı ordusu ile nasıl bastırabilir? ''Bu suallere en iyi cevabı o uyumayan dalgın çocuk, Mustafa Kemal verdi. Çünkü aklı fikri çok zamandan beri böyle hayallere saplı idi.
nâzım’ı hiç görmedim ben o çıktı ben girdim içeri gördüm toprağını o acı gülün o kuş ancak o bahçelerde nesini anlatayım ben özgürlüğün gün olur zincire vurulm aktır özgürlük gün olur göğsünü gere gere ıslık çalmak caddede
Reklam
Kendini çalmak için yap elinden geleni, Yine de sen benimsin sonuna kadar ömrün; Hayatım sürer ancak gönlüm sevdikçe seni, Yaşamak sona erer bu sevgi bittiği gün. Artık korkutmaz beni en korkunç acı bile, Çünkü daha ilk acı benim ölümüm olur; Senin keyfine kalsam ne dert biter ne çile, Oysa şimdi varlığım işkenceden kurtulur: Artık kaygı duyamam cayarsın diye belki, Çünkü sen cayar caymaz bitmiş demektir ömrüm; Bahtın bana verdiği fırsat öyle güzel ki Nasıl mutlu sevdimse öyle mutlu ölürüm. Karanlıktan korkmamak gibi mutluluk var mı? Sen sırt çevirsen bile bunu ruhum duyar mı?
Benim ömrümün saati alaturka on biri çalmak üzere.
Sayfa 468 - İnkılap Yayınları, Reşat Nuri Güntekin, Bütün Eserleri, ÇalıkuşuKitabı okudu
Yeni davranışın kendisi artık bir yük değil, tatmin ve özgüven kaynağı olarak değer görür. Bu ister piyano çalmak, egzersiz yapmak veya sevdiğimiz insanları incitmemek için kendimizi sınırlamak söz konusu olsun, uzun zamandır süren alışkanlıkları değiştirmek ve yenilerini öğrenmekle ilgili tüm çabalarda olduğu gibi reçete, otomatik ve kendiliğinden ödüllendirici hale gelene kadar “pratik, pratik, pratik”.
Sayfa 271
"Cinsel eylem insanlara ne kötülük etti ki, kimse utanmadan söz edemiyor ondan? Ciddi ve edepli konuşmalarda yer verilmiyor ona? Hiç sıkılmadan 'öldürmek, çalmak, aldatmak' diyebiliyoruz da, ona geldi mi kısıveriyoruz sesimizi. Neden acaba?"
Reklam
Onunla konuşmak nadide bir kemanı çalmak gibiydi.
•Davud'un Şarkısı•
İstemenin sahip olmak, bulmanın aramak olduğu yerde, Kapıyı çalmak onu ardına dek açmaktır.
Sayfa 332 - Koridor Yayıncılık / İlk Baskı: 2023 / Özgün Adı: Pilgrim / Çeviren: Dilek ŞendilKitabı okuyor
Anneme reklamcı olduğumu söylemeyin, o beni bir genelevde piyanist sanıyor. Benim mesleğim tüketimin büyük şenliğinde işte bir parça piyano çalmaktan ibaret. Piyano çalmak zaten eğlenmektir.
Tanrı'nın düşünerek evreni var etmesi gibi, insan da düşünerek Tanrı'ya ulaşabilir. En nihayetinde Descartescı düşüncede, insanınTanrı'ya atfettiği mükemmellikler, gerçekte insanın sahip olduğu özel- liklerin büyütülerek ve sonsuz kılınarak, tekrar Tanrı'ya yüklenme- sinden başka bir şey değildir. Öte yandan sonsuz, yetkin ve mutlak anlamda güçlü olarak kabul edilen bir Tanrı, düşünceye geniş bir ufuk verir. Eğer bu özelliklerin atfedilebileceği bir Varlık iptal edilirse, doğal olarak onun aldatıcı olduğu şüphesinin de kapıyı çalmak üzere olduğu kabul edilmelidir. Tanrı bir aldatıcı olunca, doğal olarak insanın düşünen bir ben olması da riske girecektir. Çünkü düşünme ve varolma özdeşliğinin garantörü Tanrı'dır. İnsanın bir Tanrı tasavvur etmesi onun Var olması anlamına geldiğine göre, kendinin düşünen bir ben olduğunun idraki de varlığına götürür. Tersinden düşünürsek, Tanrı'nın mevcut olmayışı demek. Varlık ile düşüncenin aynı olmadığı anlamına gelir. Dahası insanın bir düşünce varlığı olduğu da temellendirilemez. Bu temel sarsılınca bilginin inşa edileceği dayanak da ortadan kaldırılmış olur. İster düşünceden ister Tanrı'dan isterse de Varlıktan hareket edilsin, bu üçlü saç ayağının iptal edilmesi mümkün değildir. Hareket noktası hangisi olursa olsun, diğer iki kanat zorunlu olarak onda içkindir.
Reklam
Durum
Yaşamının son günlerinde sonunda en büyük hayalini gerçekleştirmişti: canı ne zaman isterse ve istediği süre boyunca, her şeyini vererek tüm yüreğiyle, tüm ruhuyla piyano çalmak. Tek dinleyicisinin genç bir şizofren olması önemli değildi; delikanlı müziği anlıyor gibiydi, önemli olan da buydu.
Sayfa 121 - canKitabı okuyor
Her bir mü’min i‘lâ-yı Kelimetullâh ile mükelleftir. Bu zamânda en büyük sebebi maddeten terakkî etmektir. Zîra ecnebîler fünûn ve sanâyi‘ silâhıyla bizi istibdâd-ı ma‘nevîleri altında eziyorlar. Biz de fen ve san‘at silâhıyla i‘lâ-yı Kelimetullâh’ın en müdhiş düşmânı olan cehl ve fakr ve ihtilâf-ı efkârla cihâd edeceğiz. Ammâ cihâd-ı hâricîyi Şerîat-ı Ğarrâ’nın berâhîn-i kâtı‘asının elmâs kılınçlarına havâle edeceğiz. Zîra, medenîlere ğalebe çalmak iknâ‘ iledir, söz anlamayan vahşîler gibi icbâr ile değildir.
Hırsızlar her çağda aynı…
Namusluluğu bir karnaval maskesi gibi taşıyan hırsızlar, cemiyet için dağ haydutlarından daha tehlikelidirler. Onlar için çalmak bir hüner ve kanunun cezalarından kaçmak adeta bir cambazlıktır.
Hırsızlara en ağır cezaları verecek yerde, toplumun bütün üyelerine yaşama olanaklarını sağlasanız ve kimse kellesi pahasına çalmak zorunda kalmasa daha iyi olmaz mı?
Hava kararana kadar top peşinde koşar dururduk. O zamanlar maç yapmak, terli terli su içmek ve bahçelerden erik çalmak gibi eğlencelerimiz vardı. Hiç sıkılmazdık. Her şey daha sonradan tatsızlaştı. Top oynadığımız arsayı inşaat için dikenli tellerle çevirdiler; Musti'nin sigaraya başladığı, benimse hem sigaraya başlayıp hem Ayşen'e âşık olduğum yıldı. Önce tuğlalar ve tahtalar ve keresteler ve demirler yığıldı öbek öbek. Kale kurduğumuz taşlar, kum tepelerinin altında kaldı. Kazmalar, kürekler, elekler yayıldı sağa sola. Sonra da en irisinden iki kangal bağladılar çantalarımızı bıraktığımız ağacın altına. Daha da kimse giremez oldu Yıldızların oraya. Bizim maçlar kömür deposunun ardına, yukarımaaledeki küçük arsaya taşındı. Herkes o tarafa gitti. Tek ben gitmedim. Gidemedim. Daha doğrusu canım istemedi. Gerçekten tuhaf bir dönem geçiriyordum. Babamın deyimiyle büluğ çağına girmiştim. Bıyıklarım yeni yeni terliyordu. Sesim çatallaşmıştı ve sürekli içim sıkılıyordu. Hem uzaktı yukarımaale, her gün gitmesi dertti. Hepsinden önemlisi: Ayşenlerin evi, eski arsanın tam karşısındaydı. İkindi vakitleri balkonda çamaşır asıyordu Ayşen. Bazı günler mandalın teki elinden kayıp aşağı düşüyordu; işte o bazı günlerde gidip onunla konuşacak oluyordum, gidip konuşacaktım. Elbet o çamaşırlar tekrar kirlenecek, tekrar asılacak ve o tahta mandallar Ayşen'in ince parmaklarından tekrar aşağı düşecekti. Biliyordum. Birgün mutlaka, yerçekimine yenik düşmüş o mandalla cesaretim aynı düzlemde buluşacaktı.
Sayfa 76 - Yapı Kredi Yayınları (İki Oda, Bir Salon, Yarım Hayat)Kitabı okudu
1,500 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.