"Ninelerden dedelerden beri kendi başına yaşayan köylerinde denizin, dağın, ormanın kime ait olduğunu hiç düşünmemişlerdi. Başlarını soktukları küçük evler, bahçeler sahipliydi ama bunun ötesi Tanrr'ya aitti. Hiç doğanın, havanın suyun sahibi olur muydu? Meğerse varmış."
Sayfa 101Kitabı okudu
"Ninelerden dedelerden beri kendi başına yasayan köylerinde denizin, dağın, ormanın kime ait oldugunu hiç düsün-memislerdi. Baslarini soktuklari küçük evler, bahçeler sahipliydi ama bunun ötesi Tanrı ya aitti. Hiç doganin, havann suyun sahibi olur muydu? Meğerse varmis." Köylerinin kara-dan, denizen, havadan saldiri altinda oldugunu, hem de hep-sinin bir anda gerçeklestigini görmek de varmis kaderlerinde. Alıştıkları dünya farklydi; deniz kimsenin olamazdi, hava, orman, dağlar, kayalklardan dökülen ak köpüklü çavlanlar, kayaların altından kaynayan gözeler sahip olunamayacak seylerdi. Allah'in nimetleriydi hepsi. Ne var ki uzaklardan gelen yabancilar birdenbire köylerinin taşına toprağına, suyuna yoluna saldirir olmustu.
Sayfa 101Kitabı okudu
Reklam
ÖYLE BİR HİKÂYE Sinemadan çıktığım zaman yağmur yine başlamıştı. Ne yapacağım? Küfrettim. Ana avrat küfrettim. Canım bir yürümek istiyordu ki... Şoförün biri: – Atikali, Atikali! diye bağırdı. Gider miyim Atikali'ye gecenin bu saatinde, giderim. Atladım şoförün yanına. Dere tepe düz gittik. Otomobilin buğulu, damlalı camlarında kırmızı,
Dengbej
İsyanları, başkaldırıları hep bu kadere. Ve o, dengbej ... Sureti, alevin aydınlığında kızıla çalıyor. Gür sesi, hüzünlü, önce makamla, sonra sözle, sözcükler ardı ardına diziliyor. Gül dizisi gibi. Her kelam kızıl bir gül. Her sözcük gül dizisinde bir tomurcuk. Başı göğe ermiş ulu dağın iniltisi albn­ da, harlanan ateşin etrafında, dizi dizi güller. Rüzgarın, dağın, yanan odunların ve dengbejin sesi birbirine karışıyor .. .
Felicindo ondan azıcık borç isteyecekti, ama tam o sırada evlerin oradan bir horoz öttü. Köyün son horozuydu bu, kurban edi- lecek fedakâr horoz, ölüm ülkesinden geliyordu sesi; sırf pislik olsun diye keyifle, yanlış zamanda ötüyordu. Ve horoz üüürüsü geceyi kırar kırmaz, bu ışıltılı süvari, çalılıkların arasından ateşler saçarak dağın içinde yok
Sayfa 183
Bu dünyanın her şeyi, her zevki bana yabancı olmuş. Arkamda bıraktığım ızdırap ve ateşin içine tekrar dönmek benim için artık nasıl mümkün olmayacaksa bu hayatın samimiyetine girmek de o kadar imkansız. Kederle yoldaşlığım acep nerede nihayete erecek? Bir akşam böyle dalgın bir buhranın yaşlarıyla gülümseyen gözlerime aynada bunu sormak istedim. Sönük, İhtiyâr gözler gibi yanlarına kederin ağ kurduğu ağır gözlerim, beni bu kurtuluşa inandıramadılar. Fakat bu yorgun gözlere inen yüksek ve açık alnım onları ne emin bir sadakatle benliğime doğru yükseltiyor…Her gülüşle yüzüme bir çocuk masumluğu katan ince çekme iki derin çizgi yine ağır, muzdarip bir mana getiriyor. Fakat gülerken bu çizgiler kayboluyor, gözlerim bir çocuk gözü gibi berraklaşıyor. Ben gülmek istiyorum; tekrar, üç yıl veya beş yıl evvelki gençliğime dönmek istiyorum.
Reklam
İlhanlı Devleti Tarihine Genel Bir Bakış
Moğolların kalabalık bir kolunun Hülagu öncülüğünde 1256 yılında Ceyhun Nehri'ni aşıp Horasan'a girmesiyle başlayan ilerleyişi, Azerbaycan merkezli olarak İran, Irak ve Anadolu topraklarının da önemli bir kısmını kapsayan bir devletin kurulmasıyla sonuçlanmıştı. İlhanlılar olarak anılan bu devlet Yakın Doğu'nun siyasi, sosyal ve
Ninelerden dedelerden beri kendi başına yaşayan köylerinde denizin, dağın, ormanın kime ait olduğunu hiç düşünmemişlerdi. Başlarını soktukları küçük evler, bahçeler sahipliydi ama bunun ötesi Tanrı'ya aitti. Hiç doğanın, havanın, suyun sahibi olur muydu? Meğerse varmış.
Tsinandali'de esir alınan Prensesler ve Madam Drancy, acı ve korku dolu bir diyara doğru yol alıyordu. Başlarındaki dağlılar, esirleri kendi malı gibi görüyorlardı. Onları İmam'a teslim ettik­lerinde büyük bir mükafat alacaklardı. Fakat dağlılar, esirlerinin önemi ve konumunun farkındaydı. Son derece gaddar tavırlar sergileseler de kimse
Şamil, saldırmayı bildiği gibi geri çekilmeyi de biliyor ve kendine güvenini kaybetmiyordu. Geri çekilme emri vermesi, aşiretlerin gözündeki itibarına gölge düşürmüyordu. Savaşta böyle iniş­li çıkışlı durumlar olurdu. Rusların safına geçip sonra yeniden Şamil'e katılan aşiret mensuplarına, dönek gözüyle bakılmazdı. Böyle birçok durumda
Reklam
"Ninelerden dedelerden beri kendi başına yaşayan köylerinde denizin, dağın, ormanın kime ait olduğunu hiç düşünmemişlerdi. Başlarını soktukları küçük evler, bahçeler sahipliydi ama bunun ötesi Tanrı’ya aitti. Hiç doğanın, havanın suyun sahibi olur muydu? Meğerse varmış."
Sayfa 101Kitabı okudu
Ahulgo'nun 1839 yılında ikinci kez kuşatılıp düşmesi, Mürit Sa­vaşları'nın dönüm noktası olarak görülebilir. Burada yaşananlar Şamil'in azmini o kadar pekiştirdi ki artık hiçbir şey onu intikam almaktan alıkoyamazdı. Nefret ve intikam duygusuyla bilenen Şamil kıyasıya mücadele edecekti. Mayıs ayında Ahulgo'ya çekilen Şamil,
Hasan Dağı Efsanesi
"Bir sabah, uykudan yorgun uyanan Eyüboğlu Selahaddin Padişah Hasan Beyi yanına çağırmış, şu doğan güneşin, balkıyan ışığın, dönen çarkı feleğin, çölün, kutsal Kudüsün, bereketli toprağın, yeşil çimenlerin yüzü suyu aşkına, bu kılıç bundan sonra senin elinde o demir donlulara karşı savaşacak, kimseye de teslim olmayacaktır. Al kılıcı, al
Sayfa 457 - Yapı Kredi Kültür YayınlarıKitabı okudu
Ninelerden dedelerden beri kendi başına yaşayan köylerinde denizin, dağın, ormanın kime ait olduğunu hiç düşünmemişlerdi. Başlarını soktukları küçük evler, bahçeler sahipliydi ama bunun ötesi Tanrı’ya aitti. Hiç doğanın, havanın suyun sahibi olur muydu? Meğerse varmış.
191 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.