Kesin olan bir şey var. Bir şeyin doğruluğundan şüphe etmek. Şüphe etmek düşünmektir. Düşünmekse var olmaktır. Öyleyse var olduğum şüphesizdir. Düşünüyorum, o halde varım.
~ Rene Descartes~
Fransız filozof Descartes, söylentiye göre, bütün gün yalnız kalıp düşünmek için evindeki büyük kuzinenin içine kapatmış kendini. Akşam kuzineden çıktığında söylediği ''Düşünüyorum öyleyse varım'' olmuş. Yani ben bir birey olarak varım çünkü düşünen bir varlığım.
Descartes diyordu ki ‘Düşünüyorum, öyleyse varım’ ; bu büyük filozofun bu güzel düşüncesi evrensel eğitimin ilkelerinden biridir. Söz konusu düşünceyi ters çevirip diyoruz ki ‘İnsanım, öyleyse düşünüyorum.’
duyularına, sürekli hayal oyunları arasında gerçek-dışı şeyler sunan bir aldatıcı peri tasarlıyordu; böyle bir kötü perinin varlığı çok şüphe götürürdü fakat yine de bu olanak vardı, bu yüzden de duyularla algılanan şeylerden şüphe duyulabilirdi. fakat kendi varlığına ilişkin bir şüphe olanaksızdı çünkü var olmasa kötü peri de onu aldatamazdı. şüphe ediyorsa var olması gerekti; ne türden olursa olsun bir deneyi varsa kendisi de var demektir. böylece kendi varlığı onun için bir salt inançtı. "düşünüyorum, öyleyse varım"...
" Her şeye rağmen emin olduğu bir şey vardı, bu da şüphe ettiğiydi. Şüphe etmesi düşünüyor olduğu, düşünüyor olması da düşünen bir canlı olduğu anlamına gelirdi. Düşünüyorum, öyleyse varım." Descartes
"Düşünüyorum, öyleyse varım." deme noktasına gelen modern insan bu sözleriyle kendimin gerçekliğini doğrulayan kendimden başkası değildir, demektedir. Descartes Hıristiyanlığı benimsemiş bir filozof olarak bilinmekle beraber, insanın kendini doğrulayacak bir "dış" dünyaya muhtaç olmadığını ileri sürmek suretiyle hem modern dünyada üstünlük kuran bir yapının ve hem de günümüze kadar etkinliğini yürütecek olan hümanizmin yani semavi olmayan bir dinin (veya din topluluklarının) en önemli atılımlarını gerçekleştirmiştir.
Ve bu düşünüyorum öyleyse varım'da düşünmek için var olmak gerektiğini açıkça görmemin dışında doğruyu söylediğime beni emin kılan hiçbir şey bulunmadığını fark ederek, çok açık ve çok seçik kavradığımız tüm şeylerin doğru olduklarını genel bir kural kabul edebileceğim, ama yine de seçik olarak kavradıklarımızın hangileri olduğunu saptamada bazı güçlükler bulunduğu yargısına vardım.
Modern felsefenin ilk ve en güç ödevlerinden biri bu simgeciliği gerçek anlamı içinde ve tüm önemi ile kavramaktı. Eğer Descartes'çı düşüncenin evrimini incelersek Descartes'ın işe cogito ergosum (düşünüyorum öyleyse varım) ile başlamadığını görürüz. O, mathesis universalis (evrensel bilme) kavram ve ülküsü ile işe başlamıştır. Ülküsü büyük matematiksel bir bulgu, çözümsel (analitik) geometri üzerine kurulmuştur. Simgesel düşünce, çözümsel geometri ile çok önemli dizgesel sonuçlara vardıracak ileri bir adım atmıştır. Uzay ve uzaysal bağlantılarla ilgili tüm bilgimizin yeni bir dile, sayıların diline çevrilebileceği; bu çeviri ve dönüsümle geometrik düşüncenin gerçek mantıksal özyarısının çok daha aydınlık ve uygun bir şekilde kavranabileceği ortaya çıkmıştır.