Sonsöz-Gündüz Vassaf
Yaz boyunca Suç ve Ceza’nın beşinci bölümü üzerinde çalışan Dostoyevski, planını gerçekleştiremez. Kumarbaz’ı teslim etmesine bir ay kala, daha tek bir satırı yazılmamıştır. Kontratın gereğini yerine getiremezse, yayıncısı eski yeni bütün eserlerini kendisine bir kuruş ödemeden tekrar yayınlama hakkını elde edecektir. Bir arkadaşının yardımıyla kendisine sekreterlik okulunun en iyi öğrencisi bulunur. Kitabını Anna Grigoryevna Snitkina’ya yirmi dokuz günde dikte edip son anda yetiştirir. Bir hafta sonra sekreterine yeni bir kitap yazmak istediğini söyleyip kahramanları hakkında bilgi veren Dostoyevski ile Anna Grigoryevna arasında şöyle bir konuşma geçer: “Kendini bir an için kadının yerine koy,” der Dostoyevski ve titrek bir sesle devam eder: “Farz edelim ki o sanatçı da (kitabın kahramanı) benim. Sana aşkımı ilan ediyor ve karım olmanı istiyorum. Söyle bana, cevabın ne olurdu?” Kendi günlüğünden aktardığına göre şöyle cevap verir Anna: “‘Hayatımın sonuna kadar seni seveceğim,’ diye cevap verirdim.” Ve evlenirler.
İletişim Yayınları
Sonsöz-Gündüz Vassaf
Dostoyevski, hırslı yayıncısının cenderesinden kurtulabilmek için Kumarbaz’ı sonradan ikinci karısı olacak olan Anna Grigoryevna’ya alelacele yirmi dokuz günde dikte ettiğinde kırk beş yaşındadır. Arkasında kendisini üne kavuşturan İnsancıklar adlı ilk romanı, düzeni şiddetle değiştirmek amacı güden sosyalist bir örgüte üyelikten gözleri bağlı kurşuna dizilmek üzereyken ateş emri verildikten sonra son dakikada gelen affı, Sibirya’da çalışma kamplarında dört yıllık mahkûmiyeti ve Çar’ın özel affına kadar geçen altı yıllık sürgünü bulunmaktadır.
İletişim Yayınları
Reklam
Yeni Dergi Ülkü Tamer'e göre bir edebiyat okuluydu. Memet Fuat bir öğretmendi. Öğrenmemiz gerekenleri 'dikte' etmiyordu. Kendi kendimize sorular sormamızı sağlıyordu. Bir duvarın arkasındaki yolları gösteriyordu.
“Roller sadece oyuncular için değildir. Modern toplumlarda hepimizin bir rolü vardır. İster benimseyelim ister benimsemeyelim, hepimiz dikte ettirilen rolü sonuna kadar oynamak zorundayız… Çoğu zaman mutluluğumuzu yitirmek pahasına olsa da o rolün dışına çıkamayız. Çıkarsak hem kendi düzenimiz hem de toplumun düzeni bozulur.”
"Bana nasıl davranmam gerektiğini öğretecek profesyonel ahlakçıların vaazlarına ihtiyacım yok. Bunu bana dikte edecek bir tanrıya da kesinlikle ihtiyacım yok."
Şöhret. Hayranlık. İmrenme. Bunların hepsi başkalarından gelen şeyler. Tüm inançlarını başkaları dikte etti ona. O bunlara pek bağlı kalmadı, ama başkaları onun bağlı olduğunu sandığı sürece, bir sakınca görmedi. Baş derdi hep başkalarıydı. Büyük olmak istemiyor, büyük sanılmak istiyordu. Bina yapmak istemiyor, mimar olarak hayranlık toplamak istiyordu. Başkalarını etkileyebilmek için başkalarından çaldı. İşte sana kendini katıksız silme. İhanet ettiği, feda ettiği şey, kendi egosuydu. Oysa herkes ona bencil diyor.
Reklam
Erkekler dinlememeyi seçtiler çünkü dinlemek işlerine gelmedi, çünkü erkeklik normları onların zevklerinin öncelikli olduğunu dikte ediyor, çünkü etraftaki diğer Erkekler de aynı şeyi yapıyor.
Tanrı'yı, isyankarlığım ve hüsranım için beni cezalandırmasın da her şeyi affeden bir sevgi ile beni ödüllendirsin diye sevmek zorunda olma yönündeki tuhaf inanç, çocuksu bağımlılığımızın ve güvensizliğimizin bir ifadesi ve tıpkı anne-babalarımız gibi, Tanrı'nın da bizim sevgimize ümitsizce muhtaç olduğu varsayımı haline gelir. Ancak bu tamamıyla tuhaf bir düşünce değil midir? Ahlakın dikte ettiği gerçek olmayan duygulara muhtaç daha üstün bir varlık, hüsrana uğramış ve yönünü şaşırmış ebeveynimizin sergilediği güvensizliği fazlasıyla andırır. Böylesi bir varlığa, ancak kendi ebeveynini hiç sorgulamamış ve onlara olan bağımlılığı hakkında hiç düşünmemiş insanlar Tanrı diyebilir.
Sayfa 34 - Giriş: Ahlak ve BedenKitabı okuyor
"Kapris Dikte Etme Erki"
Bastığınız , bulunduğunuz ve oturduğunuz yerler size addedilmemiştir.Bedel verilerek , ödeyerek kalıplaşmıştır. Babanızın mülkü değildir. İnsan gibi yaşayacaksınız.Haa yaşayamaz mısınız: Siz kaybedersiniz.
Tanrı'yı, isyankarlığım ve hüsranım için beni cezalandırmasın da her şeyi affeden bir sevgi ile beni ödüllendirsin diye sevmek zorunda olma yönündeki tuhaf inanç, çocuksu bağımlılığımızın ve güvensizliğimizin bir ifadesi ve tıpkı anne babalarımız gibi, Tanrı'nın da bizim sevgimizi ümitsizce muhtaç olduğu varsayıma haline gelir. Ancak bu tamamıyla tuhaf bir düşünce değil midir? Ahlakın dikte ettiği gerçek olmayan duygulara muhtaç daha üstün bir varlık, hüsrana uğramış ve yönünü şaşırmış ebeveynimizin sergilediği güvensizliği fazlasıyla andırır. Böylesi bir varlığa, ancak kendi ebeveynini hiç sorgulamamış ve onlarla olan bağımlılığı hakkında hiç düşünmemiş insanlar Tanrı diyebilir.
1.000 öğeden 21 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.