Dünyadan ayrıldığım ölçüde korkuyorum ölümden, süren gökyüzüne bakacak yerde, yaşayan insanların yazgısına bağlandığım ölçüde korkuyorum.Bilinçli ölümler yaratmak, bizi dünyadan ayıran uzaklığı azaltmak ve her zaman için yitirilmiş bir dünyanın coşturucu imgelerinin bilincinde olarak sevinçsizce tamamlanışa girmektir.
Beni kendi dalgalanışına uydurmuş olan bu gücün parçasıydım biraz, sonra daha çok, sonra oydum en sonunda, kanımın atışlarıyla doğanın bu her yerde hazır yüreğinin sesli vuruşlarını birbirine karıştırıyordum.
“Ben ülkemi aynı zamanda adaleti de severek sevmek isterim. Büyük olsun da ne tür bir büyüklük olursa olsun, kanla ve yalanla da olsa büyük olsun istemem. Adaleti de yaşatarak yaşatmak isterim onu.”
Dünyanın bir üstün anlamı olmadığına bugün de inanıyorum. Ama onda bir şeyin anlamı bulunduğunu biliyorum. Bu da insan; çünkü anlamı bulunmasını zorunlu gören tek varlık o. Bu dünya en azından insanın gerçeğini taşıyor, bizim görevimiz de yazgının kendisine karşı ona ussal gerekçelerini vermek. İnsandan başka gerekçesi de yok. Yaşam konusunda vardığımız düşünceyi kurtarmak istiyorsak, işte onu kurtarmamız gerekir. Gülümsemeniz ve horgörünüz, "İnsanı kurtarmak da ne de mek ki?" diyecek bana. Size bütün varlığımla haykırıyorum, insanı kurtarmak onu sakatlamamaktır, ona yalnızca kendisinin tasarlayabildiği adalet şanslarını vermektir.
Sütunun dibinde tek başıma, gırtlağına yapışılmış ve son söz olarak inancını haykıran birine benziyordum . Benliğimde her şey, böyle bir boyun eğişe karşı çıkıyordu .
Ama bu ülkede keder, güzelliğin bir yorumundan başka bir şey değildir. Ve akşamın içinde hızla kayıp giden trende, içimde birşeylerin çözüldüğünü duyuyordum.
Bugün, kederin yüzüyle birlikte, bunun gene de mutluluk adını taşıdığından nasıl kuşku duyabilirim?
Ama hangi sözcük, hangi ölçüsüzlük, aşkla başkaldırının uyumunu kutsamalı? Yeryüzü! Tanrıların bırakıp gittiği bu büyük tapınakta, tüm putlarımın ayakları kilden.