İnsanların hissettiklerini sadece aklımızla değil, onlarla ilişkimiz esnasında vücudumuzda hissettiklerimizle de anlayabiliriz. Mesela, onları dinlerken dolan gözlerimizle, sığlaşan nefesimizle, hızla atmaya başlayan kalbimizle, bir anda ağrı giren başımızla, daralan yüreğimizle...
Bir insanı direkt olarak deneyimlemenin yollarından belki de tek yolu budur, yani onunla beraberken bedenimizde ortaya çıkan duygu, his ve fiziksel duyuları farketmek ve onları yaşamak... Empatiyle benzer yanları olmakla birlikte, bu empati değildir. Empati kavramsal bir şeydir. Bu empatiden daha derindir. Bu, yaşamın titreşimlerinin içindeki yansımalarını farketmektir... Bu, bir bakıma, kendini diğer kişi ile değiştirmek, onunla arandaki bariyerleri ortadan kaldırmak ve onunla içinde bulunduğun enerji alışverişinin farkında olmaktır. Bu Sosyal Sinir Sistemimizin ne kadar güçlü olduğunun ve bizlerin birbirimizle ne kadar iç içe olduğumuzun delilidir.
Bunu yapmak için düşünmene ya da kendini diğer insanın yerine koymana gerek bulunmamaktadır. Bu, kavramlar ötesi bir deneyimdir ve bunun için tek yapman gereken bedeninde olman ve bir insanla beraberken bedeninde yaşadıklarını farkedebilmendir...
Bu da demektir ki, hissettiğimiz her şey bizim sorumluluğumuz altında olmakla birlikte, onların hiç biri bize ait değildir. Yani, korkularımız bize ait değildir; dertlerimiz, üzüntülerimiz, endişelerimiz, sığlaşan nefesimiz bizden geçmekle birlikte bize ait olmayan yaşama dair ipuçlarıdır.
Onlar, iç dünyalarımızdan geçen, bazen hiç gitmesini istemediğimiz ve bazen de gitmesini dört gözle beklediğimiz misafirlerdir...
Celal Aydemir