Bir aralık Atatürk'ün etrafında bütün gençleri toplanmış görüyorum.
Bir ağabey gibi konuşuyor ve mevzuu edebiyat...
Fikret'e hayranlığını anlatıyor.
-Onu biz mektep sıralarında okurduk. Ondaki heybet ondaki vakur
ahenk hiç bir şairimizde yok! diyor.
Sonra gençlerden Fikret'in bir şiirini istiyor. Herkes susuyor ve
Ata'sına sevgi ile bakıyor:
-Bilmiyor musunuz? Ah belki yarınızdan fazlası onun bir tek mısraını
olsun bileniniz vardır. Fakat çekiniyorsunuz. Niçin çekmiyorsunuz?
Hayır, işte ben aranızda sizinle beraberim. Beni aranızda addetmiyormusunuz?
Bir genç gür bir sesle
-Ben Ferda'sını söyleyebilirim Atam! Atatürk'ün yüzünde tatlı çizgiler belirdi.
-Ferda'yı mı? Ah delikanlı benim en çok sevdiğim şiirdir o... Onu
sana söyletmeyeceğim. Kendim söyleyeceğim. Ve Atatürk gür bir sesle
gençlerin yüzüne bakarak okumaya başladı.
“Benim burada ne işim var?” diye düşündüğünüz oldu mu hiç? Bir labirentin içindeymişsiniz ve kaybolduğunuzdan eminmişsiniz de, her bir dönemeci kendiniz yarattığınız için bu tamamıyla sizin suçunuzmuş gibi hissettiğiniz? Üstelik dışarı çıkmanızı sağlayacak birçok yol olduğunu da biliyorsunuz çünkü labirentten çıkmayı başarmış, dışarıda gülüşüp oynayan insanların seslerini duyuyorsunuz. Çalı çitlerin arasından arada bir görüyorsunuz onları. Yaprakların arasından gelip geçen şekiller halinde. Öyle mutlu görünüyorlar ki onlara değil, bu işi onlar gibi yapamadığınız için kendinize kızgınsınız. Oldu mu hiç? Yoksa bu labirentte kalan bir tek ben miyim?