Zamanların en iyisiydi, zamanların en kötüsüydü..
Hem akıl çağıydı hem aptallık, hem inanç devriydi hem de kuşku.. Aydınlık mevsimiydi karanlık mevsimiydi, hem umut baharı hem de umutsuzluk kışıydı, hem her şeyimiz vardı, hem hiçbir şeyimiz yoktu.
Kayra yazsaydı bu şarkıyı, şöyle söylerdi: "Ne olursa olsun, ölmeye mecbursun!" Ve ben ona yanıt verirdim: "Ölmeye hepimiz mecburuz! Kolaysa yaşamaya mecbur ol!"
Kinyas gider. Kayra kalır. Bu kadar basit olduğu için hiç sevemedim dostlukları, aşkları. Romeo ve Juliet'in yaptıkları gibi beraber ölmeyi tercih edenlerin sayısı çağımızdaki kadar az olmasaydı, belki inanırdım ben de sadakate.
Tabancanın topunda sarı sarı tebessüm eden kurşunları görebiliyordum. Zaten sarıyı hep ölüme yakıştırmışımdır. Öldüren ishalin, sıtma sıcağının, Azrail'in dişlerinin sarısı...
Kendimi bilmeyi bıraktım. Ölümü bilmek ve anlayabilmek bile daha kolay. Yanıtı olmayan bir soru olarak geldim dünyaya. Ve sorusu olmayan bir yanıt gibi de gidiyorum.