Aile geçmişimizden çözümlenmemiş travmalar sonraki nesillere yayılır ve sorgulamak hiç aklımıza gelmeyen şekil lerde duygularımıza, tepkilerimize ve seçimlerimize karışır. Bu deneyimlerin bizden kaynaklandığını zannederiz. Genellikle görünmeyen gerçek kaynağı ile hangisi bizim hangisi değil ayırt edemeyebiliriz.
Bilinçaltımızın geniş depo alanı yalnızca travmatik anıları değil, aynı zamanda atalarımızın çözümlenmemiş travmatik deneyimlerini de içinde tutar. Bu ortak bilinçaltında, atalarımızdan birinin anısının kalıntılarını yeniden yaşarız ve kendimizinmiş gibi ifade ederiz.
Bir travmanın tekrarlanması her zaman asıl olayın tam bir kopyası değildir. Örneğin birinin suç işlediği bir ailede daha sonraki bir nesilde doğan biri hiç fark etmeden o suçun bedelini ödeyebilmektedir.
Stresin hamile anneler ve erken doğum üzerindeki etkilerini incele mişlerdir. Sonuçlar, stres altındaki annelerin erken doğum yaptıklarını ve kızlarının da hamileliklerinin kısa sürdüğü nü ortaya çıkarmıştır. Kız torunlar ise annelerinden de kısa hamilelik yaşamışlardır. Araştırmacıları en çok şaşırtan şey üçüncü nesilde meydana gelmiştir. Stres altındaki büyükannelerin kız torunlarının, anneleri stresli olmamasına rağmen daha kısa hamilelikleri olmuştur.
Bazen acı kendini ifade edebilecek veya çözüme kavuşabilecek bir yol bulabilene kadar saklı kalır. Bu ifadeler genellik le bir sonraki nesilde bulunur ve açıklaması zor belirtiler halinde yüzeye çıkabilirler.
Hatırlamanın zorlaşması her şeyi unuttuğumuz anlamına gelmez. Travmatik olayın parçası olan kelimeler, görüntüler ve dürtüler içimizde taşıdığımız acılarımızın gizli dilini oluş turmak üzere yeniden ortaya çıkarlar. Hiçbir şey kaybolmaz. Parçalar sadece yön değiştirirler.
“Ey Adam! Biz sana ne hazır bir yüz ne de özgün, doğuştan gelen bir özellik verdik, ta ki kendi yerini, biçimini, yeteneklerini kendin seçesin, onları kendi yargın, kendi kararın ile edinebilesin. Bütün öteki yaratıkların doğası bizim koyduğumuz yasalarla belir lenip sınırlanmıştır. Oysa senin önünde böyle sınırla malar yok, kendi yüzünün çizgilerini sana koruma görevini verdiğimiz özgür isteğinle çizebilirsin. Seni dünyanın tam ortasına koyduk, baktığın yerden dün yadaki her şeyi daha kolay görebilesin diye. Seni ne yersel ne göksel, ne ölümlü ne ölümsüz olarak yarattık; özgür, olağanclışı bir yontucu gibi kendini, kendi seçiminle biçimleyebilesin diye. Aşağıya, yaşa mın kaba biçimlerine inmek de tanrısal yaşam sürenlerin düzenine çıkmak da senin elinde.”
Gerçek bir dalınççı gövdesini unutur, usun en derin yerlerine erişir, o dünyasal değildir, göksel bir hayvan da değildir, insan etine bürünmüş Tanrıdır daha çok.
insan yapısı içinde onun belli bir yeri yoktur. İnsan da, “Ne yersel ne de gökseldir, ne ölümlü ne de ölümsüzdür.” Gelgelelim bilinç aracılığı ile bilinç içinde olduğu şey olur.