Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol
Alışveriş
Keşfet
Kitaplar
Yazarlar
Okurlar
1000Kitap Android UygulamasıÜCRETSİZ – Google Play'den indirin
1000Kitap iOS UygulamasıÜCRETSİZ – App Store'dan alın
ŞartlarGizlilikTopluluk KurallarıHakkımızdaReklam VerinİletişimKütüphanecilerDizinlerÇerez Politikası
©2024 · 1000Kitap Web Uygulaması · 2.37.27
Emine Gök
Emine Gök
@eminegok
Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmıyorsan cahilsin demektir.
Sadi Şirazi
Türk Dili ve Edebiyatı öğretmeni
115 okur puanı
Nisan 2017 tarihinde katıldı
Pek bilinen bir kitap değildir Hintli Kulübesi. Yazarı da pek bilinmez. Bundan mutevellit çok da beklentiye girmeden dinledim fakat beklediğimden iyi çıktı. Yani benim için 10 üzerinden 6-7 diyebilirim. :)) Öyle çok edebi değeri yok ama yine spritüel konularda okunabilecek bir kitap. Kimliğinden dolayı Hindistan'da dışlanmış bir adamın tabiatta kendine bir kulübe yapıp var olma mücadelesi ve doğayı kendine ev, eş, yoldaş bilmesini anlatır. Zamanla doğayla bütünleşmiştir adeta. Bir gün Avrupalı bir doktor yolda kalır ve kendisine misafir olur. Adamın hayatta kalma mücadelesine, huzuruna, minimalist yaşamına hayret eder ve başlar ona sorular sormaya. Hakikate, içselliğe, huzura, Tanrı'ya dair derin bir sohbete başlarlar. Rivayet odur ki gerçek bir yaşantıyı anlatır bu kitap. Çok kısa 1 saatte okunabilecek bir kitap. Bana biraz Halil Cibran'ın Ermiş kitabını da anımsattı. Konusu, sohbetleri itibarıyla benzerlik gösteriyor.
Ahh Coyatito... Bir damla inciydi kirpiklerinde, hayatın ıstırapla dolu rüyası. Bir istiridyenin en kıymetli incisini bulmuştu Kino. Fakir, sefil hayatından kurtuluşun tek yolu buydu. Bu inciyi satarak kazandığı parayla okutacaktı oğlu Coyatito'yu. Ama kader onun kendi kıymetli incisini aldı elinden. Bir ihtimal değil birçok ihtimal vardı böyle olmaması için. Belki açgözlü alıcılar inciye hak ettiği parayı verseydi ya da Juana seni dinleyip gitseydi ya da sen başka bir kaçış yolu seçseydin... Ama olmadı. Denizin dibinden inciyle gelen umut karanlığa dönüştü ve yine denizin dibinde bir name olup kayboldu. Ama peşinden umudu, masumiyeti de alıp götürdü. John Steinbeck çaresiz, fakir halkın dramını bu defa inci üzerinden anlatır. Sınıf farklılıkları, çaresizlik, Kader ve seçimler... Kısacık bir öyküde tüm bu konular olanca sadeliğiyle okuyucuya bırakılır. Ve sonunda Kino ve ailesinin inci bulmaları ve kaptirmamaları üzerine yaptığı mücadele hüsranla biter herkes için.
Arkadaşımın tavsiyesiyle okuduğum kitapta Başak Sayan, meditasyonun, zihin kontrolünün hayatımıza etkilerinden bahsediyor. Eğer spritüel konularla ilgilenen ve bu konuda az çok bilgi sahibi olan biriyseniz içerisindeki bilgileri daha önce defalarca kez duymuşsunuzdur. Kitap yoga, meditasyon, tasavvuf, evrenin frekansı ve enerjiler konularıyla yeni ilgilenmeye başlayan kişiler için güzel temel oluşturabilecek bir kitap. İlk bölümde kendi hayatından ve bu öğretilerin kendi hayatına etkilerinden, diğer bölümlerde ise bilimsel verilere, evrenin temel yasalarına dayandırarak meditasyon, zihin kontrolü, enerji, frekans hakkında bilgiler veriyor. Sevmediğim yönü sürekli diğer kitaplarına gönderme yapmasıydı. Bunun dışında verdiği meditasyon tekniği The Secret (Sır) kitabındaki bilgilerle neredeyse aynı. Kitap bu alanda yazılmış önemli bir kaç kitaptan toplanmış bilgiler gibi duruyor. Sevdiğim, merak ettiğim yön ise Hallac-ı Mansur. O kadar çok bahsetti ki hayatını, öğretilerini en kısa zamanda araştıracağım.
Okur Takip Önerileri
Ahh Macbeth... Hırsının kurbanı Macbeth. Her insan kendi kaderinin mimarıdır derler. Bu sözün en güzel örneklerindendir Macbeth. Hayatının zirve dönemindeyken hırsının kurbanı olup kötülüğü seçer Macbeth. Kral olma yolunda nice fedakarlıklar, kötülükler yapar. Kralı öldürmekten tutun da bir çocuğun ölmesine göz yummaya kadar... Özünde iyi biriyken, bir kez kalbine kötülük tohumu ekilmeye görsün ardı ardına bir yalan başka bir yalanı, bir kötülük başka bir kötülüğü sürükler peşinde. Bunun yanında insanın geleceğini bilmemesinin de ne büyük nimet olduğunu anlıyoruz. Macbeth cadılarla tanışıp, geleceği hakkında kehanetleri dinlediğinde duydukları bir kurt gibi başlar zihnini kemirmeye. Hırsına, bencilligine, aç gözlüğülüğüne yenik düşüp yapmaması gereken ne varsa yapar. Tabi sonu hüsran... Shekespeare'nin diğer eserlerine göre daha geniş bir şahıs kadrosu var Macbeth'in fakat olaylar çoğunlukla Machbet ve eşi üzerinde ilerler. Tabi bir de cadılar. O üç cadı okuduğum yerde beni benden aldı. Kötülük için, insanların zihnine girebilmek için her kılığa girer, her yolu mübah görürler. Tabi cadılar burada şeytani, ama insanın içindeki şeytani temsil eder. İnsanın zaaflarini kullanarak her türlü kötülüğü yaptırabilir. Özetle Macbeth iyiliğin ve kötülüğün insanın seçimi olduğunu ve insani nerelere sürükleyebilecegi anlatılır.
Namık Kemal'in piyes türünde bir eseridir Zavallı Çocuk. Tanzimat Dönemi yazarları görücü usulü, istemsiz ve evliliklerde yaş farkı sıkıntısını sık sık eserlerinde işlemişlerdir. Zavallı Çocuk adlı eserde de, genç bir kızın 40'lı yaşlarındaki bir paşa ile evlendirilmesi ve bunun üzerine kızın üzüntüsünden verem olup ölmesini konu alır. Peki ya sevdiği Ata... Tüm bunlardan habersiz, sevdiği kızın evlendiğini ve dermansız bir hastalığa yakalandığını son dakika öğrenir. Kendisi de bir zehir içerek onunla aynı anda can verirler. Eser çok kısadır fakat döneminde yaygın olan kızların kendilerinden çokça Büyük adamlarla evlendilmesini, görmezlikten gelinen aşkları konu alır. Eserde kişi, mekan, zaman tasvirleri pek fazla verilmez. Yüzeyseldir bu nedenle doğrudan mesaj verme amacı güttüğünü düşünüyorum. Namık Kemal'in diğer eserlerine göre daha basit ama akıcı bir eserdir.
''Her yazarın bir Çukurovası vardır'' der Yaşar Kemal. Her yazarın, her insanın doğup büyüdüğü topraklardan etkilendiğine inanır. Kendinsi de memleketi Çukurova'yı, Anadolu topraklarını anlatır her eserinde. Efsaneleşmiş Anadolu hikâyelerini, Anadolu'nun kahramanlarını, çalışma şartlarını, işçileri, köylüleri işler, onların sesi olur eserlerinde. Her eserinde mücadeleci, hakkını arayan bir kahraman, bir de ona ve halkına elinden geldiğince zulmeden, hak yiyen bir köy ağası, patron vardır. Üç Anadolu Efsanesi'nde de kuşaktan kuşağa aktarılan 3 Anadolu hikayesini; Köroğlu, Karacaoğlan ve Alageyik hikâyelerini anlatır. Köroğlu hikayesinde at yetiştiriciliği ile nam salmış 3 kuşağın hikayesi ve Koca Yusuf ile oğlu Ruşen Ali'nin (namı diğer Köroğlu) Bolu beyi ile mücadelesi ve ondan intikam almasını anlatır. Karacaoğlan'da ise Karacaoğlan ve Elif aşkını, Alageyik'te ise geyik avcısı olarak bilinen Halil ile Zeynep'in aşkını ve onları ayırmaya çalışan Karaca Ali ile mücadelelerini anlatır. Dili oldukça destansıdır. Betimlemeleri buram buram Anadolu kokar. Nobele aday gösterilmiş, Türkçe'yi olabildiğince sanatsal ve yalın kullanan Yaşar Kemal yakın tarihimizin en iyi yazarıdır kanımca.
Sait Faik ödülünü aldığını görünce kitabı storytelde dinledim. Maalesef hiç beğenmedim. Durum öykülerini pek sevmem zaten. Ama hikayeler o kadar havada kalmış ki. Hiçbir derinliği, edebi yönü yok. Hiçbir hikayede tatmin edici bir zaman, mekan, kişi unsurlari yok. Tamamen anlık duygulardan, yasantilardan oluşuyor. Her hikayeyi okurken eee deyip durdum. Özellikle ilk hikayeyi okuduğumda facebook, migros gibi kavramlar, ne bileyim kendini terbiye etmek için dışarıdan yemek, söylemeyi bıraktım, uykumu düzene soktum, tencere kaynattim gibi günümüz dünyasının sığ algılarına rastladığımda bir iticilikte oluştu zaten. Ha dikkatle dinlediğim bazı bölümler, mesela son öykü Handan'ı nispeten beğendim ama sonuç olarak benlik değil. Özellikle ilk hikaye çok kötüydü. Belki lise çağındaki okurların daha çok seveceği bir kitap olabilir.
''Aynı masalları dinlemelerine rağmen, ötekiler hiç böyle bir şey yaşamadılar.'' Romana başlamadan önce Novalis'in bu sözü yer alır. Bu cümle herkesin aynı bilgilerle, benzer inançlarla yetiştiği ama herkesin farklı anlamlar çıkardığı ve kendi degerlerine göre yaşadığını hatırlatır. Aslında bu cümle kitabın özeti gibidir.
ZITLIKLARIN KARAKTERİ HAMLET'E
50.000'den fazla sahnelenmiş olmasına rağmen neden hâlâ etkisini yitirmediğini kitabı okuyunca çok iyi anlıyorsunuz. Okuduğum kitaplar arasında beni en çok etkileyen karakter Hamlet. Neden bu zamana kadar okumamışım dedim kendi kendime. Zıtlıklari en güzel biçimde kendisinde barındırıyor. Hem çok realist hem çok romantik bir karakter Hamlet. Hem aşırıya kaçan abartı tavırları, hem de bir o kadar içe dönük halleri. Hem yüksek zekanın örneği hem deliliğin. Abartılı tavırlarına, basit bir olaya bile verdiği tepkilere bakarak deli olduğunu ama kurduğu cümleler ile asla deli olamayacak kadar zeki olduğunu fark ediyor insan. Sürekli uçlarda yaşayan, hisseden, düşünen ve okucuyucu afallatan bir karakter. Laf cambazı, filozof, hazırcevap... Ama en önemlisi soylu kimliğinin yanında halkın aynası. Belki de edebi eserlerdeki karakterler arasinda insanı tatmin eden en aydın, en entelektüel karakterlerden. Bir intikam tragedyasi Hemlet. İyi ve kötü tabirinden çok uzak. Hem intikam hırsıyla donanmış, hem de intikam alamayacak kadar sorgulayan, kendine kızan, iç muhasebe yapan biri. İntikamı da kendi gibi soylu Hamlet'in. O kadar iyi cümleler, düşünceler var ki neredeyse kitabın tamamını alıntılayacaktım.
Shekespeare'in kelimelerle ne kadar iyi oynadığını çok net görürsünüz. İngiltere'nin müthiş analizini yapmıştır Shekespeare. (İngiliz edebiyatini çok sevmediğimden olsa gerek) Shekespeare'in kasik, önemli bir yazar olduğunu elbette biliyordum ama itiraf etmeliyim ki bu denli büyük bir yazar olduğunu bilmiyordum. O kadar etkilendim ki kelimeler kifayetsiz kalır. Okuyun! Mutlak seveceksiniz.
Bataklık ülkesinden beyaz zambaklar ülkesine...
Bir öğretmen ülkesinin kaderini değiştirebilir mi? Tabi ki evet buna örnek de Snelman. Günümüzde eğitimde, refah seviyesinde ve daha pek çok şeyde önde gelen ülkelerin en başında yer alan Finlandiya bunu nasıl başardı? Uzun yıllar Rusya ve İsveç'in hakimiyetinde kalmış, 2. Dünya Savaşı'nda ağır bir kayıp yaşamış Finlandiya. Halkın kahramanı olan Snelman'ın şehir şehir, köy köy gezerek halkını aydınlatmasını okuduğunuzda hayran kalacaksınız. Doktoru, öğretmeni, mühendisi eğitimli eğitimsiz kim varsa tek tek ilgilenmiş, konferanslar düzenlemiş ve halkını uyandırmıştır. Nüfus ve askeri güç olarak Rusya, Almanya, İsveç gibi devletlerle mücadele edemeyeceğini bilen Fin halkının tek çaresi eğitimle, mücadeleyle, kendi kendine yetebilecek bir sistemle ayakta kalmaktı. Fin halki da bunu yaptı. Kitabı okuduğumda bir halk nasıl bu kadar medeni ve iradeli olabilir diye hayret etmiştim. Askeri güçle, vatan sevgisiyle, nüfus ve teknolojiyle pek çok ülke bağımsızlığını kazanmış, ülkesini kurtarmıştır. Fakat bunu eğitimle yapan ülke çok azdır. Bu kitabı Finlandiyalı bir yazar yazmış olsaydı kendi milletini övdüğünü düşünürdüm. Fakat Rus yazar Petrov'un eseridir. Finlandiya'nın bir bataklık ülkesiyken nasıl beyaz zambaklar ülkesine dönüştüğünü anlatır. Ayrıca bu kitap Atatürk'ün zamanında askeri liselerde okutulmasını zorunlu tuttuğu bir kitaptir. Bir roman değil tarih kitabıdır. İnsanlar sadece kendi tarihinden değil, başkasının tarihinden de ders çıkarmalıdır. Okuyun okutun.
·
Puan vermedi
Nobel ödüllü, Amerikalı yazar John Steinbeck romanlarında sık sık işçileri, çalışma şartlarını, haklarını konu alır. Güçlüler ve ezilenler arasındaki farklı betimlemeleriyle öyle bir gösterir ki. Bu eserinde de George ve Lennie adında iki dostun yaşamı, hayalleri, çalışma şartlarını konu alır. George ufak tefek ama kurnaz, Lennie ise iri cüsseli,
·
Puan vermedi
''Ne kadar okursan oku, bilgine yakışır şekilde davranmıyorsan cahilsin demektir'' der Şeyh Sadi Şirazi. En son ne zaman Doğu Edebiyatı okudunuz? Tanzimatla birlikte başlayan batılılaşma hareketi şüphesiz edebiyatı da çok etkiledi. Roman, tiyatro gibi türlere ağırlık vermeye başladık fakat Doğunun bilgeliğinden yüz çevirdik. Sokrates, Platon,
SAVAŞ BARIŞTIR,
ÖZGÜRLÜK KÖLELİKTİR,
CAHİLLİK GÜÇTÜR...
Sevgi Bakanlığı'nın nefreti, işkenceyi, öfkeyi; Barış Bakanlığı'nın savaşı, öldürmeyi, katletmeyi, ötekileştirmeyi; Hakikat Bakanlığı'nın yalanları, kandırmayı, hileyi; Bolluk Bakanlığı'nın açlığı, sefilliği teşvik ettiği bir ülke düşünün. Büyük Birader Okyanusya ülkesini işte bu
DİKKAT! Baya bı spoiler içerir.
''İlk taşı günahsız olanınız atsın'' der Musa peygamber. Jan Valjian yeğeninin karnını doyurabilmek için ekmek çalar ve kürek mahkûmluğu cezası alır. O dönem Fransasında kürek mahkûmluğu cezası halkın gözünde idamdan beterdir. Kimse artık insan yerine koymaz onu. Jan Valjian'ın cezası biter fakat elinde eski bir kürek mahkumu olduğunu gösteren
Binbir gece masallarını bilir misiniz?
Binbir gece masalları tadında bir kitap Benim Adım Kırmızı. Orhan Pamuk'un seveni kadar sevmeyeni de vardır. Fakat kitaplarını okuduğunuzda fark edersiniz ki özgün bir yazar olduğu yadsınamaz bir gerçek. Genel olarak Pamuk'un kitapları ilgi çekici bir başlangıç ve etkileyici bir sonla bitiyor. Bu kitabın ilk cümlesi de şöyle ''Şimdi bir ölüyüm
''Disiplin içinde çalışmayı bu kitaptan öğrendim diyor Cemil Meriç.'' Chambéry, Aix Marseille gibi üniversitelerde rektörlük yapmış olan eğitim bilimci Jules Payot'un meslek hayatında, gözlemlemiş olduğu irade terbiyesi, eğitim, psikoloji üzerine bilgiler yer alıyor. Eğitim sistemini (yalnızca okul değil, aile eğitimi de dahil) ve öğrencilerin
Kimsin sen?
Kimsin sen? Kim olmayi seçtin? Kendi hikayeni mi yaşadın, yoksa başkalarının hikayelerinden mi etkilendin? İnsanın benliği değişebilir mi, kendi bedeninde başkasının ruhuyla yaşayabilir misin? Her şeyi hatırlamak mı yoksa her şeyi unutmak mı yaşatır insanı huzur içinde? Tüm bu sorulara cevaplarınız ne, kitabı okuduğunuzda nasıl olur? Bu kitap
Hayalin Derinliklerine Yolculuk
Amak-ı Hayal Türk Edebiyatında felsefi türün en nadide eserlerindendir. Filibeli Ahmet Hilmi'nin tasavvufî düşüncelerine yer verdiği, insanın hakikat yolunda sorgulama yolculuğunu anlatıyor. Raci eğitimli, sevilen sayılan fakat öğrendiği hiçbir şeyden tatmin olmayan, bildiği her şeyden şüphe duyan, inkar ile ikrar arasındaki çizgide sıkışmış, şüphe ve inkârın verdiği huzursuzlukla mücadele eden bir gençtir. Aynalı Baba ile karşılaştıktan sonra tüm sorgu ve şüphelerinin üzerine gider. Derin bir içsel yolculuğa çıkar. Kendine dair bazen hüsrana uğrar, bazen de memnuniyet duyar. Hissettiği ne olursa olsun, bu yolculuğun müptelası olur. Kâh Buda ile hiçlik zirvesine doğru yola çıkar, kâh Zerdüşt ülkesinde gözünü açar, kâh Anka kuşunun sırtında dünyayı dolaşır, kâh Hindistan'ı ejderhadan kurtarır. Hayalin derinliklerinden hiç çıkmak istemezken bir gün gözünü açtığında Aynalı Baba'nın veda mektubunu bulur. Asıl kendini bulma yolculuğu da orada başlar. Aynalı Baba'yi bulmak için dünyanın dört bir tarafını dolaşan Raci kendini tımarhanede bulur. Tımarhanede Aynalı Baba'nın bu dünyadan göçmesiyle Raci aydınlanma yaşar, kalbi tatmin olur. Artık Aynalı Baba'nın rehberliğinde yaşadıklarıyla kendi benliği ortaya çıkmıştır Raci'nin. Filibeli Ahmet Hilmi insan zihnini dinler tarihi, felsefi ve fantastik öğeler ile hayalin derinliklerinde yolculuğa çıkarır.
Bu kitap, dünya edebiyatinın anlatıcı kahraman bakış açısıyla, yani ben diliyle yazılmış ve iç monoloğa yer veren ilk romanidır. 1800'lü yılların başında doğmuş olan yazarda, Fransız ihtilalinin etkisi eserlerinde yoğun bir şekilde hissedilir. O dönemin Fransasinda idamı, suçu, yasaları, halkın durumunu büyük bir cesaretle eleştirir. Yayıncının notlarindan da anladığımız kadarıyla sürgün edilislerinden, aldığı cezalardan, mahkûmluk zamanlarından yoğun izler görüyoruz. Yani aslında sadece romandaki karaktere değil, yazarın iç dünyasına da tanıklık ediyoruz. Bu kitap sayesinde, hayata bir de yaşamının son günü olduğunu bilen bir adamın iç dünyasından bakın. Suçunun ne olduğunu bilmediğimiz mahkum üzerinden suçu degil, tek başına idam cezasını düşündürmek istiyor yazar. Çok genç yaşta yazdığı bu kitapta daha önce okuduğum Sefiller romanına göre daha acemi olduğunu hissediyorsunuz. Bireyin iç dünyasını anlatmakta tam bir usta olan yazarı bu kitabıyla okumaya başlayıp sonra Notra Dame'in Kamburu ve sonra muhakkak sefiller okunmalı diye düşünüyorum. Bu sıra ile yazarın, yazarlığında ustalaşmasina şahit olabiliyoruz.Yazarın kitaplarini o kadar beğeniyorum ki ne desem, nasıl övsem bilemedim. Tam bir klasik yazar.
Merak ettiğin her şey senin kim olacağını belirler.
Azra Kohen'in kitapları edebi yönü ağır basan kitaplar değil, fakat çoğunlukla bilgi dolu, düşündüren, sorgulatan kitaplar. Not aldığım, altını çizdiğim, araştırdığım bir çok yer oldu. Bunun yanı sıra müzik ve kitap önerileri de harika. Dipnotlardan, kaynaklardan anladığımız kadarıyla, iyi araştırılmış, emek verilmiş bir kitap. Bence değmiş de.
İnsan onuruyla yaşar.
Evrensel ahlak, sevgi, saygı, kendini bilme gibi konularda herkesin anlayacağı dilde, akıcı bir anlatımı var Tolstoy'un. Bir edebiyat öğretmeni olarak söylüyorum ki ilkokuldan itibaren rahatlıkla okutulabilecek bir kitap. Hatta lütfen okutun. Çocuk eğitiminde fayda sağlayacağını düşündüğüm bir kitap. Öte yandan hiç Tolstoy okumamış biri de bu eserinden okumaya baslayabilir. Hikayelerden oluşan bu kitapta insan neyle yaşar, nasıl yaşar, ne için yaşar gibi sorulara cevap bulabilirsiniz. Hani bir söz vardir ''igneyi önce kendine sonra başkasına batır'' diye. Tolstoy tam da bunu yapıyor. Kitabı okurken elinize iğneyi alıp kendinize bir batırıyorsunuz. Sevgi, saygı, tahammül, dostluk, mütevazılik gibi gittikce azalan özelliklerimizi hatırlatıyor.
Zamanın, evrenin kısa tarihinin keyifli kitabı.
Bilim kitabı olmasına rağmen dili oldukça yalın, anlaşılır. Anlaşılır dememe bakmayin benim gibi fizik dersini en son lise 1'de gördüyseniz yani iyi bir temeliniz yoksa bazı yerleri anlamakta zorlanabilirsiniz. O nedenle bazı bilgilere sık sık internetten de baktım. Ama fizik konusunda temeliniz iyiyse hiç zorlanmazsiniz. Kitap evren, büyük patlama, görecelik kuramı, kara delik gibi merak edilen pek çok konuda tatmin edici bilgiler sunuyor.
ARALARINDA FARK YOKTU. -Dikkat spoiler içerir.-
Bu son cümle, kaçınılmaz son, daha kitabın başlarından itibaren geliyorum demişti. Hayvanlar birer sembol. İnsanların nasıl manipüle edildiğini, sömürge ve kulluk düzenine nasıl gittiğini kademe kademe görüyoruz. Örneğin elmaların ve arpalarin domuzlara ayrılması, domuzların diğer hayvanlardan 1 saat daha geç kalkması ve diğer hayvanların buna ses çıkarmaması onların kaçınılmaz sonunun ayak sesleriydi. Dinlere, yönetimlere ve en önemlisi insanın gerektiğinde hayır diyememe acziyetine, çok çalışıp yalın olanla yetinme anlayışına eleştiriyi görüyoruz. Koşulsuz bir itaaat. İtaat ettiği kişinin kusursuz olduğunu zanneden, onu hiç eleştirmeden kabul eden kitlelerin aslında yöneticinin gözünde bir değeri olmadığını tokat gibi gösteriyor. Kendini insana köle olmaktan kurtaran hayvanlar göz göre göre kendilerinden olan domuzlara köle oluyorlar. Her şeyi sineye çekip adeta onlara bu düzeni altın tepside sunuyorlar. Sonunda ise domuzlar ile insanlar arasında bir fark olmadığını anlıyorlar. Yani mesele sömüren, hak yiyen değil. Biri gider görevine daha bağlı başka biri gelir. Mesele bu düzene koşulsuz itaat eden, hakkını aramayan çiftliğin hayvanları.
