Veysel Eratilla

Nihrir
“Tek kusuru yazmayı sevmemesiydi. Yani nihrir idi; çok okuyan, çok bilen, ama yazmayan kişi!” Demiş Soner Yalçın. Soner Yalçın dediğine göre kesin yanlıştır diyoruz ve sözlüğe bakıyoruz. Arapçaymış. Sıhah’a göre “esaslı ve derin ilim sahibi”, Kamus’a göre “zeki, bilge, tecrübeli ve yetenekli”, Tac-ül Arus’a göre “her konuda bilgili ve yetenekli ve yaptığı işi iyi yapan” demekmiş. Meninski “industrius, intelligens, expertus” demiş. Ahmet Vefik Paşa “hazık, mahir, kârdide” diye çevirmiş. Redhouse “sagacious, wise, experienced” diye tekrarlamış. Baha Toven “dahi, sanatkâr” diye eklemiş. Arapça nahr (bir ilim veya işi çok iyi bilmek) fiilinden rübai bir türev, son derece ender görülen ficlîl vezninde. 1920’lerden beri hiçbir sözlükte yok, kullanıldığını da hiç görmedim, ölmüş bir kelime.adam olmadığından eminim. Bundan daha kötü bir şey geldi başına: büsbütün cahil bir kesime yazı yazmanın ölümcül tadını keşfetti. Formül basit: ipe sapa gelmez cümleleri esrarlı bir mantranın mısraları gibi aradarda diz, deli saçması birtakım komplo ihtimalleri ima et, biraz gâvur düşmanlığı sosu kat, bitti. Vallahi yiyorlar. İyi de satıyor. Eh o zaman ne lüzum var arayıp öğrenmeye, aman doğru yazayım diye dert etmeye? Salla gitsin. İtiraz eden olursa belden aşağı birkaç küfür eder susturursun, olmadı sabetaycıdır diye teşhir edersin, uğraşsın kerata. O kadar kolay ki!
Reklam
Eski Yunan felsefesi ile tıbbının Arap alemine aktarılmasında Nusaybin’li Süryani hocaların büyük katkısı var. İslam dünyasında 10. yüzyıl başlarında ortaya çıkan medrese olgusunun da Nusaybin’e çok şey borçlu olduğu anlaşılıyor.
Kullandığımız her kelimede, adeta arkeolojik katmanlar gibi, dünya tarihinin izleri var.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Platonik Aşk (Eflatun)
Peki platonik nedir hocam? Komşunun kızına platonik duygular beslemem caiz midir? Bir kez öpmekle kızın platoniği bozulur mu? Bunun cevabı için Platon/Eflatun’un Sympósion (“İçki Sofrası”) adlı olağanüstü güzel kitabını okumak lazım. Bu kitapta Sokrates karakteri uzun uzadıya aşktan söz eder, bunun cinsel birleşmeyle ya da soyunu sürdürme içgüdüsüyle alakasız bir acayip tanrısal duygu olduğunu savunur, hatta sonraki Hıristiyan ve Tasavvuf literatürünü anımsatan bir dille. Heyhat ki Sokrates’in bahsettiği aşk kızlara değil genç ve yakışıklı erkeklere duyulan tutkulu sevgidir, özellikle de (sonradan Atina’nın askeri diktatörü olacak olan) genç Alkibiades’e. Sokrates’e göre kadınlara karşı aşk mümkün değildir, ya da mümkünse de gerçek anlamda aşk değildir, düşük çeşididir. Nitekim Fransız ve İngiliz dillerinde 19. yüzyıl başlarına dek platonik sözcüğü daima “cinsel birleşme içermeyen eşcinsel aşk” anlamında kullanılmış. Daha sonra eşcinsellikten açıkça söz etmenin modası geçince komşunun kızı devreye girmiş.
Felsefik
Ozan konuşur, “Deleuze’de aşkınlık ve içkinlik sorunsalını postmodern bir bağlamda irdelediğimizde…” Şirkette getir götür elemanı olan Rıdvan onaylar, “felsefik konulara valla ben de çok meraklıyımdır abi.” İyi bir senarist oradaki tek harften bir dramatik kurgu çıkarabilir mi? Çıkarır. “Felsefik” diyen elemanın hayatta üç satır felsefe okumadığını biliriz, kendini olduğundan daha okumuş göstermeye çalıştığını biliriz, acırız, sevimli buluruz, dalga geçeriz. Tek harfte saklı dram! Şimdi, dile iki türlü yaklaşım var. Biri ortaokul müdür yardımcısı yaklaşımı, “felsefik” yanlış mı yanlış, çat! vur eline cetvelle. Güzide Türk basınında dil yazısı yazan elemanların istisnasız hepsi bu ekoldendir. Öbür yaklaşım “bilimsel” dediğimiz yaklaşım. Felsefik sözcüğü ders kitaplarına veya dil gurularına göre “yanlış” mı “doğru” mu dilbilimciyi ilgilendirmez. ANLAMI VAR MI? Türkçe bilen iki konuşmacıya ne anlam ifade ediyor? O anlamı karşıdakinin şıp diye almasına yol açan sistem ne? Bu kadar.Felsefe Yunanca’dan Arapçaya geçmiş bir kelime. Bize Arapçadan geldiği için buna Arapça –î izafet takısı eklemek doğru sayılır. Aynı kelime Yunancadan Batı dillerine philosophie vs. diye geçmiş. Oradan alınsaydı Yunanca-Fransızca –ique takısını eklemek normal olacaktı, analitik, diyalektik, etik, deontolojik gibi. Bunlar dilin tarihi evriminde oluşmuş keyfî kurallardır, uzun boylu savunulacak bir mantığı yok. Ama bir toplumda kültür erbabı ile hanzoyu ayıran ince sistem aynen böyle kurallardan oluşur.
Reklam
Anadolu
Anadolu analarla dolu bir ülke, tabii, muhakkak, ama istatistik olarak başka ülkelerin de farklı olacağını sanmam. Hem binbeşyüz yıl önce memlekete bu adı veren Rumun Türkçeye vakıf olması da zor, gidip Orhon ırmağındaki Bilge Kağana sormadıysa. Anatolê Eski Yunanca gündoğumu, yani doğu; Bizans Rumcasında telaffuzu Anatolí. Ana- “yukarı” anlamında edat. Tellô “kalkmak, doğmak”, vurgulu ek alınca tol-. İstanbul’dan bakınca neden bu adı vermişler, belli. Bizans’ın bir idari birimi olarak Anatolikón adına ilk 669 yılında rastlanıyor. Orta Anadolu’nun büyük kısmını kapsayan dev eyaletin adı, başkenti Amórion, yani bugünkü Afyon Emirdağ. Daha önce imparatorluğun resmi dili Latince iken bu ilin adı Oriens imiş, ki tastamam aynı şey demek, “güneşin kalktığı yön, doğu”. Bildiğimiz orient. Osmanlı’da Anadoli eyaletinin merkezi 16. yüzyılda Kütahya’dır, Emirdağ’a bir taş atımlık yer; kapsamı da Balıkesir’den Kastamonu ve Ankara’ya kadar olan alan. 19. yüzyıla gelindiğinde vilayet artık yoktur, buna karşılık Fırat sınırına kadar tüm yarımada “Anadolu” diye bilinir. Ahmet Vefik Paşa sözlüğüne göre Anadoli = “Marmara ve Akdeniz’den Fırat’a kadar olan diyâr; kadimde Küçük Asya.” Kapsama alanının Fırat’ın doğusuna taşması Cumhuriyet dönemi terminolojisidir. Yunancadan Türkçeye alınan kelimelerde sert sessizin yumuşadığını daha önce yazmıştım, o yüzden Anatoli > Anadoli. Son sesin /u/ya dönüşme tarihini belgelemek zor, çünkü eski yazıda daima Anadoli yazılmış.
Akıl
Arapça 'aqil devenin kaçmaması için ayağına bağlanan bukağı, 'aql bildiğimiz akıl. Yani şimdi Arapça akıl devenin ayak bağından mı geliyor? Yok hayır, Araplar o kadar saçma insanlar değil. Doğrusu iki kelime AYNI KÖKTEN türemiş, ikisinin de altında “dizginlemek, gem vurmak, zaptu rapt altına almak” gibi bir fikir var. Şark kültüründe akıl, Batıdaki gibi bir serbest spekülasyon alanı olarak görülmemiş, bir tür fren ya da disiplin unsuru olarak algılanmış. “Akıllı ol Orhan Pamuk” deyiminde de aynı anafikir geçerli. Pamuk’un kendini kontrol etmesi, serbest düşünce ve davranışlardan kaçınması öneriliyor. Son yıllarda akil adamlar diye bir şey türedi, uzun a ile. Eskiden bu sözcük Iğdırın ı’sıyla telaffuz edilen âkıl idi, yüzyıllarca Türkçede “akıllı, uslu” anlamında çok sık kullanıldı, ancak 20. yüzyıl ortalarına doğru tedavülden düştü. Yanlış telaffuz ve yanlış imlayla piyasaya dönüşü üç, bilemedin beş senelik iş. 'Âqıl’ın Arapça çoğul hali 'uqalâ, akıllılar. Bu kelime Türkçede bugün tekil sıfat sayılıyor, anlamı da kaymış, ama dikkatli düşünürseniz çoğul kullanımın izleri hala mevcut. “Kendini ukaladan sanıyor” demek, kendini akıllı kişilerden sayıyor (ama değil) demek. “Ukaladan bir zat”, akıllılardan biri anlamında.
qwx
Radikal’in dış basın çevirmenleri yetmiyormuş gibi şimdi de başımıza bu çıktı! Sekiz sütuna manşet, TRT şeş bi xwêr be. Ben ki on kelime Kürtçe bilmem, ben bile bakar bakmaz hatayı görebiliyorum. Xêr bildiğimiz hayırlara vesile olsun’daki hayır. Xwêr diye bir şey yok. Tamam, anladık, 72 punto manşete x ve w harflerini yanyana çıkarmak keyifli,
1 Ocak 2009
Okumak
Türkçe okumak eylemi esasen “çağırmak, yüksek sesle seslenmek” demek. Meydan okumak, şiir okumak, lanet okumak, künyesini okumak deyimlerinde bu özgün anlam korunmuş. Şiir okuyor derken kitaptan yahut prompter’den baktığını kastetmiyoruz. Meydan okumak deyimi de 17. yüzyıl sözlüklerinde meydane okımak diye geçiyor. Yani meydana çağırmak. Düşünürseniz yazı yazmak ve yazı okumak işlemleri dilin evriminde çooook geç bir dönemde ortaya çıkmış. Dolayısıyla bunları ifade eden sözcüklerin derivatif, muhtemelen mecazi anlam taşıması kaçınılmaz bir şey. Daha önce başka bir anlamı olan fiil, yeni işleme uydurulmuş. İngilizce read’in esas anlamı “tahmin etmek, çözmek”; Almancada halen aynı anlamda kullanılan raten ile aynı sözcük. Arapça kara’a okumak. Kıra’at ve Kur’an oradan geliyor. Arap dilinde bu fiilin başka bir anlam veya nüansına rastlanmıyor. Ama Arapça ile yakın akraba bir dil olan Aramice’ye bakınca kara’a: 1) çağırmak, seslenmek, 2) okumak, anlamlarını buluyoruz. Bu da normal çünkü Aramice Arapçadan yaklaşık binaltıyüz yıl önce yazıya geçmiş, Araplar yazıp okuma işlerini Arami kuzenlerinden öğrenmişler. Kelimeyi de muhtemelen onlardan almışlar.
Yelda
Farsça şeb-i yeldâ “en uzun gece”, 25 Aralık gecesine verilen ad. Şairin dediği gibi, Şebi yeldâyı gammrâ seherî peydâ nîst, “derdimin uzun gecesine bir seher görünmüyor”. Neymiş acaba diye bakınca hayret edecek şeyler öğreniyorsun. Meğer 25 Aralık eski İran tanrılarından Mithra = Mihr’in, yani Güneş’in doğum günüymüş. O zamanki hesaba göre
Reklam
Zengin-fakir
Efendim Türkçe fakir bir dildir. Ne münasebet en zengin dildir, Sümerler de Türktür. Al sana, vatan haini! Kahrol, faşist! Sevgili okurlarım, bunların hepsi cahil muhabbetidir. Üniversitede beş kuruşluk dilbilim gören herkes bilir. KONUŞMA DİLİNİN zenginliği aşağı yukarı her dilde aynıdır. Ancak eğitim ve sosyal hareketlilik düzeyine göre
Veysel Eratilla
Bir kitabı okumaya başladı
Kelimebaz
KelimebazSevan Nişanyan
8.3/10 · 102 okunma
Resim