Ahmet Say, kimilerimizin gayet yakından bilip, takip ettiği, birçoğumuzun ise henüz tanışmadığı, pek aşina olmadığımız bir isim ki ben ikinci kategoriye giriyorum. Ve bunun ayıbını tüm kalbimle kabulleniyorum.
"Ağaçlar Çiçekteydi", Ahmet Say'ın otobiyografik ve anı düzleminde kaleme aldığı ancak bunlara paralel olarak dönemin politik,
Bana hediye edildi ve kütüphanemde yerini aldı.
Ben almadım. Yaklaşık 1 sene okuyamadım, bazen hesapta olmayan durumlarla karşılaşabiliyor insan. Ben de o tarz şeylerle karşılaştım sanırım. Yakın zamanda da okudum. Yani 2020 de, benim için 2020 nin bir başka felaketiydi diyebilirim.
Güzellik göreceli bir kavram. Sadece benim fikirlerim bunlar ve ben gerçekren beğenmedim.
1. Kitabı okumadım ama 2. Kitabın içeriğinden az çok kestirebiliyorum. Bu tür kitaplarda -ki tv de dizileri bolca var buna benzerleri- bambaşka bir yaşantıdan yani en dipten gelip en tepeye yerleşiyorsun ve birden travmalarını en tepedeki yaşantının olmayan geçmişinin geleceğinde büyümüş karakteriyle yaşıyorsun.
Burada mantık hatası var. Bir insan nasıl bir çevrede büyüdüyse o şekilde üzülür, uzun zaman o şekilde yaşar düşünür. Tabi bu bir kurgu, bir kitap. Sonu beni hiç şaşırtmadı ayrıca.
Genç bir kızın günlüğü tarzında birşeyler okumak isteyenlere gayet başarılı gelebilir. Aşırı aşk ama aşırı korumacılık, çokça iç ses, göz yaşı, kavuşamama hepsi var. Benim ilgimi çeken yıllarca Paşa' dan dinlediğim 'Sorma' parçasının söz ve müziğinin Minik Serçe' ye ait olduğunu öğrenmem oldu. Bunun dışında şaşırtıcı ve etkileyici bir olayla karşılaşmadım.
Bir Gün Mutlaka Delireceğim'i keyifle okudum. Aziz Nesin okuyor gibi hissettim, harikûladeydi. Böylesine şahane öykülerin genç bir yazar tarafından kaleme alındığını bilmek ise ayrıca gurur verici, umutlandırıcı. Mizahın ustalıkla işlenip sunulduğu bu kıymetli yapıta mutlaka şans verilmeli.
Keyifli Okumalar...
Aşk ve arkadaşlık arasında sıkışmış olan kutup yıldızı’nın masalı kaldığı yerden devam ediyor…
Yeni hayatlarında her geçen gün birbirinden daha da uzaklaşan Nisa ve Senem’i zor günler beklemektedir. Kalpleri ise bambaşka umutlar için çarpıyordur.
Demir’in aniden İstanbul’dan dönmesiyle her geçen gün kalbi ve mantığı arasında kalan Nisa için hayat bu kez daha da zorlu bir sınav haline gelir. Kamp ateşinin çevresinde alevlenen hislerini dizginleyemediği gibi ansızın yaşadığı farklı bir olayla yeniden kalbine kilit vurmayı tercih eder. Kendi duygularıyla sınanırken bir de Senem’in varlığı işleri daha da karıştıracaktır.
Peki, aşk tüm bunların neresinde yer alacak?
Nisa’nın kalbine vurduğu kilit bir gün açılacak mı?
Ya Kükreyen Kedi Yavrusu…
Elini gökyüzüne uzatıp kayan yıldızını yakalayabilecek mi?
"Vazgeçmenin asıl cesaret olduğunu öğrendiğimde çok küçüktüm."
… büyük oğlu Alaeddin’in ölümü II. Murad’ı bunalıma soktu. Kapıkulları ile Türk beyleri arasında devlet makamlarına ve siyasetine hakim olma mücadelesi de hükümdarı yıpratmıştı. İçkiye düşkünlüğü yüzünden halk arasındaki eleştiriler çoğalıyordu. Ömrünün son yıllarını savaştan uzak geçirmek ve hayattaki tek oğlu Mehmed’in hükümdarlığını garantiye almak için Karaman Beyliği ile Balkanlar’daki devletlere bazı toprak tavizleri vererek tahtı 12 yaşındaki oğluna bıraktı. Kendisi de Manisa’ya çekildi.
12 yaşında bir çocuğun tahta geçmesi Haçlıları cesaretlendirdi. Haçlılar barış antlaşmasını bozup, Osmanlı ülkesine doğru yürüyüşe geçtiler. Osmanlılar ile Haçlılar arasındaki Segedin Antlaşması’nın bozulmasına Kardinal Çezarini ile Bizans sebep olmuştur. Kardinal Çezarini, Macar Kralı’nı “Papanın onayı alınmadan Müslümanlar’la yapılan hiçbir antlaşmanın muteber sayılamayacağını ve onlara karşı edilen yemine bağlı kalınamayacağını” söyleyerek antlaşmayı bozmaya ikna etmişti.