Günümüzde, kadınların idare ettiği hanelerin varlığı, ortada erkek olmadığı için birçok insanın, bu hanelerdeki çocukların ataerkil değerleri öğrenmediklerini varsaymalarına yol açıyor. Bu insanlar, ataerkil düşünceyi öğretenlerin sadece erkekler olduğunu varsayıyor. Ancak kadınların yönettiği haneler, ataerkil düşünceyi iki kişinin ebeveynlik yaptığı hanelerden çok daha büyük bir tutkuyla destekliyor ve teşvik ediyor. Çünkü toplumsal cinsiyet rollerine ilişkin yanlış fantezilere meydan okuyacak, deneyime dayalı gerçeklikleri yok. Bu hanelerdeki kadınlar, her gün ataerkil erkeklerle birlikte yaşayan kadınlardan farklı olarak, ataerkil eril rolleri ve ataerkil erkekleri idealleştirmeye çok daha meyillidirler. Kadınların, ataerkil kültürün kalıcı hale getirilmesi ve sürdürülmesinde oynadığı rolü açığa çıkarmamız gerekiyor. Böylelikle ataerkinin, erkekler bu sistemde daha fazla ödüllendirilseler bile, kadınların ve erkeklerin eşit bir şekilde desteklediği bir sistem olduğunu anlayacağız.
"Karanlığın peşine düş, karanlığın peşinden karanlığa gömül. Başta dibe in, derinlere, en derine varınca ışığı zirvede, kendi ellerinin içinde, yanında göreceksin. İşte bu insan olmak demektir. İnsan ol!"
Yirmi sekiz sene boyunca bekaret zarını düşünerek camdan bahçeye baktığını anımsıyordu. Aslında onu sekiz yaşındayken, bakire olmayan kızı Allah bağışlamaz diye uyarmışlardı. Ama şimdi tamı tamına iki gece üç gündür böyle bir zarın olmadığını ve sadece bir delik olduğunu öğrenmişti. İçinde bir şeyler kırılmıştı. Bütün çocukluğu boyunca ağaçlara uzaktan hasretle baktığını anımsadı. Tek dileği bir gün sadece bir kez de olsa bir ağaca tırmanmaktı. Bekaret zarı yırtılır korkusuyla bunu hiç yapmamıştı. Neden bilmiyordu ama dizlerinin altına kadar üşüyordu. "Öcümü alacağım!"
Hristiyanlığın doğa karşıtlığı tam da bu noktada başlar; kadının ve erkeğin doğasına, yani insan'ın doğasına karşıtlığı...
Erkeksiz kadınlar, kadınsız erkekler...
Yılda sadece bir kez, kendilerine yakın bir kabiledeki erkeklerle bir araya gelirler. Bunun amacı topluluklarının devamı için yeni doğacak çocuklara ihtiyaç olmasıdır. Doğan çocuk ERKEK ise babasının olduğu yere bırakılır, KIZ ise aralarına alıp eğitirlerdi... Kısacası erkeklere düşmanlık beslememiş, sadece erkeksiz bir yaşamı tercih etmişlerdir...
“duyduğum kadarıyla kadınlar pek AIDS olmuyormuş o yüzden bir korkum yok"
Oya Aydoğan
"Rakı içen adam AIDS falan olmaz, o yüzden artık viskiyi bıraktım sadece rakı içiyorum"
İbrahim Tatlıses
"Ben AIDS'e değil, Allah'a inanırım. Kaderde AIDS varsa üzülmek neye yarar.AIDS var diye erkeksiz yaşayamam.”
Ahu Tuğba
“Ama vatandaşlarımız korkmasın AIDS asla Türkiye'de yaygınlaşamaz, çünkü bizde tabiatın kanunu olan her cinsel ilişkiden sonra boy abdesti almak adettendir"
Zeki Müren
Kadının üzerindeki baskıyı ataerkil ilişkilere, yani erkeklerin kadınlar üzerindeki egemenliğine bağlayan kadınlar var. Bu görüş, düşmanın kim olduğunu açıkça gösterebilmek gibi bir avantaja sahip. Erkek özellikleri taşıyan tüm insanlar ezenlerdir: eğer yaşamını erkeksiz sürdürebilirsen özgürsün demektir.
Bu sırada Roma’da Kadınlar Kongresi toplanmış, Kongreye Türkiye’den hiçbir kadın katılmamıştı. İkdam gazetesi bu durumu belirtince Nimet Cemil Hanım Kadınlar Dünyası’nda bir acı açıklama yayımladı. Özetle şöyle yazıyordu:
“O Kongreye gidecek bir Türk kadını ne diyecekti? Herhalde şöyle bir konuşma yapacaktı:
‘Hanımlar, sizin sahip olduğunuz hakların yarısı bize verilmiş olsa biz kendimizi bahtiyar sayar, şikâyet etmeyi hatırımıza bile getirmeyiz. Siz haklarınızı genişletmeye çalışıyorsunuz. Biz en basit hakları kazanmak için didiniyoruz. Biz hayat hakkı için çırpınıyoruz.
Bizde kız okulları erkek okullarının onda biridir. Kadınlarımızın yüzde doksanı hiç eğitim görmemiştir. Bizde kadın, erkeksiz yaşamaz, yalnız bir kadın ev kiralayamaz. Geçinmek için çalışma imkânı yoktur. Bizde kadını kocası dilediği anda, nedensiz olarak boşayıp kapı dışarı edebilir. Bizde kadın sokakta, mesire yerlerinde peçe altında, kimliği bilinmez koyun sürüsü gibi gezer. Bizde kadın eşiyle birlikte bir lokantada oturup yemek yiyemez, birlikte bir ziyafete iştirak edemez. Tiyatroda, vapurda, tramvayda eşiyle birlikte oturamaz. Sokakta eşinin koluna girip yürüyemez, birkaç adım arkasından yürür...’
Lakin konuşma buraya geldiği zaman Kongre üyeleri şüphesiz ayağa kalkacak, öfke ve nefretle, ‘Behey kadın, senin burada ne işin var? Siz daha insan haklarını elde edememişiniz, bizimle kadın hakları için görüşmeye nasıl geliyorsunuz?’ diyecekler ve herhalde hanımı kapı dışarı edeceklerdir.”
1914 yılında kadının durumu böyleydi.