“Sofie’nin Dünyası”, bir felsefe kitabı gibi başlamıyor aslında ,daha çok, evin penceresinden dışarıyı ilk kez farklı bir gözle izlemeye başlamak gibi. Düşüncenin tohumları yavaşça toprağa bırakılıyor, her sayfada bir bilinç kıpırdaması beliriyor. Zamanla sorular büyüyor, kelimeler yerini sessizliğe bırakıyor. Sofie’nin mektuplarla açılan içsel yolculuğu, salt bir entelektüel serüven değil. Burada zihin kadar kalp de devrede. Platon’un mağarasından çıkarken göz kamaştırıcı ışık değil, çoğu zaman gölgelerin yumuşak titreşimi eşlik ediyor. Gerçeklik net değil; bulanık, kırılgan ve katmanlı. Dostoyevski nasıl ruhun çelişkili katmanlarını sabırla işlediyse, Gaarder de düşünsel karmaşayı görünür kılmakla yetinmiyor, ona yaşanabilir bir zemin kuruyor. Kitap, bir felsefe tarihi anlatmakla kalmıyor, aynı zamanda felsefeyle yaşamak ne demek, onu sezdiriyor. Gerçek ile hayalin iç içe geçtiği yapı, varlık denen şeyin sınırlarını zorlamaya başlıyor. Bu noktada roman olmaktan çıkıp bir düşünce deneyine, hatta bir varoluş provası hâline geliyor.Sonuç olarak, felsefeyi sıkıcı hale getirmeden katman katman okuyucunun zihnine işleyen, harika bir eser.Keyifli okumalar.