Roman ve öyküleri ile tanıdığımız Sabahattin Ali aslında edebiyata şiir ile giriş yapmış. Azımsanmayacak sayıda şiirler yazmış, çok azını kitaplaştırmış ve hatta bundan da pişman olmuş.
"...Dünyada pek çok hatalar yapmışımdır fakat bunlardan bir tanesi gayri kabil-i tamirdir. Ve beni her zaman üzecektir. Ben bu şiirleri kitap halinde çıkarmamalıydım." diyerek pişmanlığını da dile getirmiş.
Şiirleri hüzne, acıya oradan da kalbimize dokunuyor.
Öyle ki bir çok şiirini okurken aslında ezbere bildiğimiz ama ona ait olduğundan haberdar olmadığımız şarkılar olduğunu fark ettim.
"...
Görmesen bile denizi,
Yukarıya çevir gözü:
Deniz gibidir gökyüzü;
Aldırma gönül, aldırma."
Bir çok şiirinde, yoğun bir ölüm arzusu var Sabahattin Ali'nin, aynı zamanda tabiata düşkünlüğü çarpıyor göze. Hapishane hayatı da yaşayan Sabahattin Ali, özgürlüğü tabiat ile bağdaştırmış ve birçok şiirinde tabiata olan düşkünlük ve özleminden de bahsetmiş.
Bu yalnızlık, ölüm arzusu, insanlardan kaçma isteğinin yoğunluğu kadar aşk temasını da yoğun bir şekilde işlemiş.
Sabahattin Ali, şiirlerinde duygularını tüm dürüstlüğü ile işlemiş ve baktığımda bir o kadar dünyaya, tabiata, özgürlüğe düşkün bu adam, bir o kadar ölüm arzusuyla dolu, insanlardan tiksiniyor, kaçmak istiyor yine bir o kadar onları sevmek için çabalıyor. Ve nedendir bilmem, Sabahattin Ali sanki bir o kadar da kendi ile savaşıyor bu zıtlıkların arasında.
Romanları ile sevdiğim Sabahattin Ali'yi hiç kendimle bu kadar bir, bu kadar ortak hissetmemiştim.
Bu şiirleri okumak için biraz geç kalmış hissettim.