Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Ezoyolay Yalçın

280 syf.
·
Puan vermedi
·
100 günde okudu
Kadın olmanın tarihini MÖ. tarihlerinden başlayıp hemen hemen günümüze kadar anlatan ve aynı zamanda tek tanrılı dinler üzerinden örneklemlerle açıklayan bir kitap. İlk defa feminizm üzerine okuma yapacaklar için pek uygun olmayabilir ama daha önce temel okumalar yapıldıysa ya da ortalama derecede bilgi varsa rahatlıkla okunabilir. İçerisinde oldukça ilginç bilgiler var. Benim en ilgimi çeken kısım İran Devrimi'nde kadının rolünü incelediği kısımdı.
Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın
Tek Tanrılı Dinler Karşısında KadınFatmagül Berktay · Metis Yayıncılık · 2021657 okunma
Reklam
280 syf.
·
Puan vermedi
·
100 günde okudu
Tek Tanrılı Dinler Karşısında Kadın
Tek Tanrılı Dinler Karşısında KadınFatmagül Berktay
9.1/10 · 657 okunma
Ezoyolay Yalçın tekrar paylaştı.
Angela ile birbirimizden kopmak üzereydik, kesinlikle inişteydik, fakat çoğu insan gibi kesin olarak bittiğini bildiğimizden emin olmak istiyorduk çünkü gidip aynı şekilde sonuçlanabilecek başka birini aramak zihnin tellerine fazla yük bindiriyordu. Bu yüzden birbirimizden yavaşça kopma aşamasındaydık. İnatçı bir acı söz konusuydu, fakat bu acıyı yaşamak zorundaydık, buna ihtiyacımız vardı bir şekilde, bir zamanlar sevgiye ihtiyacımız olduğu gibi.

Okur Takip Önerileri

Tümünü Gör
Bu bağlamda Köktendincilerin en açık amaçlarından biri çökmekte olan bir ahlaki düzenin göstergesi olduğunu düşündükleri çağdaş cinsiyet ilişkilerinin yönelimini değiştirmek ya da daha doğru bir deyişle geri çevirmektir. Köktendincilere göre ahlaki çöküntünün nedeni ekonomide kadınların giderek daha fazla rol oynaması yüzünden Baba'nın otoritesinin baltalanmış olmasıdır. Bu otoritenin yeniden kurulabilmesi ancak ücretli çalışan kadınların işgücü piyasasından çekilerek evlerine dönmeleriyle mümkün olabilir.
Sayfa 209Kitabı okudu
Köktendinci ideolojiye göre hayat ve dünya hakkında bilinmesi gereken her şey Kutsal Kitap'ta mevcuttur; dünyanın gerçekte nasıl olduğunu bildiğini iddia eden özselci bir ideolojidir bu. Böyle bir ideolojik saflık konumu benimsenince örgütsel saflık da zorunlu olur: "Tanrı Devleti"nin sınırlarının daima dikkatle savunulması gerekir. Köktendincilikte "sınırlar" çok önemlidir. Sınırların ötesindeki dış dünyada çoğulculuk, hoşgörü ve belirsizlik vardır. Bunların tümü de Köktendinciliğin tepki duyduğu modernitenin güçleridir. İşte bu yüzden Köktendincilik, kapalı bir alternatif yaratarak dış dünyanın etkilerini ortadan kaldırmaya çalışır.
Sayfa 204Kitabı okudu
Reklam
İslamiyet, örneğin Hristiyanlık'taki "ilk günah" kavramı gibi suçluluk duygusunun temelini atan ve bu konudaki toplumsal denetimi içselleştirmeye yarayaan bir yöntemi benimsemediği, cinselliği başlıbaşına kötü bir şey olarak görmediği için bütün tektanrılı dinlerin ve toplumların reddettiği evlilik dışı cinsel ilişki (zina) sorununu mekanı sıkı bir biçimde denetleyerek çözer. Ve bu uygulama onu uç bir noktaya, cinslerin birbirinden tümüyle tecridi ve elbette toplumsal denetim nesnesi olan kadınların ya eve kapatılıp hareketsiz hale getirilmeleri ya da dışarıya çıkmak zorunda kaldıklarında peçe takarak bir anlamda bu iç mekanı (harim'i) dışarıya taşımak zorunda bırakılmaları noktasına götürür.
Sayfa 168Kitabı okudu
Malebranche, kadınların erkeklerden zihinsel olarak daha aşağı olduklarını çünkü onların "beyin dokularının erkeğinkinde bulunan sağlamlık ve yoğunluktan tümüyle yoksun, yumuşak ve nazik bir yapıda" olduğunu öne sürüyordu. Bu yüzden kadınların zihinleri "sorunların özüne inme gücünden yoksundu." Bu öylesine yaygın bir inanıştı ki zamanın ünlü kadın hakları savunucusu Newcastle Düşesi Margaret Cavendish bile kendisinin "beynin doğası en soğuk ve yumuşak öğelerden oluşmuş kadın cinsiyetine mensup olması" yüzünden erkekler kadar iyi ve akıllıca yazılar yazmasının beklenemeyeceğini söylüyordu!
Sayfa 163Kitabı okudu
Platon'un dikotomisinde beden geçici, maddeye formunu ve hareketini veren ruh ise bedensiz ve ölümsüzdür. Üstün, rasyonel ruhlar soylu sınıftan erkek bedenlere daha doğmadan önce verilmiş durumdadır. daha aşağı ruhlar da diğer daha aşağı bedenlerle ilişkilendirilmiştir. Aristoteles, ruhu bedenin içine yerleştirir ancak onun ayrı ve maddesel olmayan doğasını muhafaza eder. Descartes ise ruhun ebedi, doğaüstü yapısını korurken bedeni bir makineye dönüştürmektedir.
Sayfa 162Kitabı okudu
16. ve 17. yüzyıllar Batı dünyasındaki cadı avı çılgınlığı sırasında kadın düşmanlığı doruk noktasına vardı. Bu yüzyıllar aynı zamanda Bilimsel Devrim'in gerçekleştiği yıllardı. Batıl inanca ve cehalete karşı savaş açan "yeni felsefe" cadı avı dehşetinin sona ermesinde rol oynadı. Batı Avrupa'nın doğacı filozofları bu dönemde deneysel felsefenin en sonunda cehaleti, boş inancı ve mitleri yok edip hakikate ulaşacağını ve doğanın gizlerini çözüp, onu denetim altına alacağını düşünüyorlardı. Bu filozoflar boş inanca karşı savaşlarında Aristotelesçi kozmolojiyi yıkmakla kalmadılar, aynı zamanda Aristoteles'in kendisini en ağır eleştirilere tabi tuttular. Ancak onun kadınların zihinsel eksikliğine ilişkin görüşlerine pek dokunmadıkları gibi, bu savı "modern" görüşlerle desteklediler.
Sayfa 160Kitabı okudu
Örneğin birçok Rönesans düşünürü ve tıp adamı için kadınların rahimleri onları histeriye çok daha fazla yatkın olmalarının nedeniydi. Rahim sahibi olmak yalnızca kadınların muhakeme yeteneğinin daha zayıf olmasına yol açmakla kalmıyor aynı zamanda kin, korku ve öfke gibi duygularının daha şiddetli olmasını da getiriyordu. Kadınların fizyolojik ve psikolojik zaafları -"kadının narin zayıflığı"- ve bundan kaynaklanan "zihinsel ve duygusal zayıflıkları" onları kamu yaşamından, sorumluluklarından dışlanmalarının ve ahlaki olarak kendilerini gerçekleştirme olanağından yoksun kılınmalarının meşru gerekçesini oluşturuyordu.
Sayfa 159Kitabı okudu
Reklam
Augustinus'un anlatımında kadın toplumdaki araçsal konumu ortaya koyan üç yönüyle ele alınır. Baştan çıkarıcı olarak kadın, şeytanın kötülük planlarının aracıdır; zevce olarak kadın, ailenin düzenini korumakla görevli kocanın aracıdır; ve anne olarak kadın, Tarnı'nın yaratıcılığının aracıdır. Hangi amaca hizmet ettiğine bakılarak kadın ya lanetlenir ya da yüceltilir.
Sayfa 154Kitabı okudu
Hristiyanlığın bekarete ve cinsellikten kaçınmaya verdiği değer, kadınlar için varolan rol kalıplarının dışında bazı olanaklar getirse bile, bedeni ve cinselliği olumsuzlayan geleneksel ahlakı onaylamakla kalmadı bunun pekişmesine de hizmet etti. Cinselliğin utanç verici bir şey olduğu fikrinin tüm yükü giderek kadın bedenine aktarıldı ve kadının aşağı statüsünün meşru gerekçesi sayılarak Hristiyanlık sonrası Batı düşüncesinin egemen kalıplarından biri haline getirildi.
Sayfa 118Kitabı okudu
Ezoyolay Yalçın tekrar paylaştı.
"Biz aklın ve bilginin ışığıyla aydınlanmalıyız ki karanlıktakiler bizi görsün."
Birçok yazar Hristiyanlığın eşitsizlikçi düşüncelere doğru geçirdiği evrimi Yahudi geleneğine ve Aziz Paulus'un düzen taraftarı fikirlerine bağlasa bile aslında Hristiyanlık başından itibaren bağrında çelişkiler taşıyordu ve radikal olmaktan çok reformcu bir din olarak kendini göstermişti. Paulus'un Romalılar'a Mektup'undaki ünlü sözlerinde -"Herkes üzerindeki hükümetlere tabi olsun, çünkü Allah tarafından olmayan hükümet yoktur"- ifadesini bulan, düzene boyun eğme ve kölelik kurumuyla da uzlaşmanın yanı sıra, cinsiyet ayrımı konusunda da Hristiyanlık bazen radikal, bazen reformcu ve uzlaşmacı, çoğu zaman da çelişkili bir tutum benimsedi. Ve özellikle İsa'dan sonra dinin kurumlaşmasıyla birlikte "baştan çıkarıcı Havva" imgesi kilisenin cinsiyetçiliği sürdürüp derinleştirmede kullandığı en önemli silah oldu. Ancak İsa'nın sadık ve fedakar zevce rolü ile baştan çıkarıcı Havva imgesi arasında sıkışıp kalmış kadınlara gerçekten yeni bir şey sunduğu açıktı: Bekaretini muhafaza edip kendini tanrıya adamak, yani İsa'nın nişanlısı olmak. Böylece kadınlar var olan ataerkil düzenin onları yalnızca birer biyolojik varlığa indirgemesine karşı çıkarak bunu aşan, hatta olumsuzlayan bir iç değerlilik iddiasında bulunma hakkına ve gene bu bağlamda belli bir özerkliğe kavuşabiliyorlardı.
Sayfa 111Kitabı okudu
Başlangıçta Yahudiliğin bir türevi olarak Roma İmparatorluğu'nun egemen olduğu topraklarda doğan Hristiyanlık, özellikle köleler ve kadınlar arasında yayıldı. Katharine Moore, kadınlara Hristiyanlık'ta çekici gelen yanın bireye saygı olduğunu söylemektedir. İsa'nın öğretisi bireye doğru dürüst değer vermeye, hele kadınlar ve köleler söz konusu olduğunda böyle bir kavramı hiç tanımayan bir dünyada "kadın-erkek, kul-azatlı" tanımaksızın herkesin değerli olduğunu vazediyordu. Ancak Hristiyanlığın içinde doğduğu ve yayıldığı dünya öylesine hiyerarşik bir yapıdaydı ki herkesin, kim olursa olsun, sırf insan olduğu için değerli olduğu fikri bu yeni inancın belki de özünü oluşturduğu halde kendi içinde bile hiçbir zaman tam bir kabul görmedi. Hele kilisenin iyiden iyiye kurumlaşmasıyla birlikte var olan eşitsizlikleri kabullenme ve onaylama yönü ağır basmaya başladı.
Sayfa 110Kitabı okudu
203 öğeden 16 ile 30 arasındakiler gösteriliyor.