Avnî seni medh eyledi çün tarz-ı gazelde Matla' dedi yüzüne vü ağzına muammâ Avnî (bu) gazeli ile seni övdü. Ancak yüzüne "matla"; ağzına da "muammā"dır, dedi.Matlā "doğuş, doğmak" manasına, gazelin ilk beytine denir. Yüzün doğması ise onun aya benzetilmesine vesiledir. Mu- amma, manzum bilmecedir. Sevgilinin ağzının muammâya benzetilmesi, içinde nice gizli sırlar ve söylenmedik sözler bulunduğunu ifade içindir. Tamamı göz önünde bulundurulduğunda bu şiirin na't (Hz. Peygamber'e övgü) özelliği taşıdığı görülür.
Şol câm ki nûş eylemişem bezm-i gamında Bir sāde hababıdır anın künbed-i hadrā (Yaratılalı şunca zaman olan) bu yüksek gökkubbe (altında), (gelip geçen) bunca göz (sahibi insanlar), senin kamer alnına ve ay yüzüne benzeyen birini daha görmediler. Şair, gökkubbede ancak bir tane ay olması gibi sevgilisinin de dünyada bir tane olduğunu ifade ediyor. Beyitte gökkubbedeki yıldızlar birer göz olarak düşünülüp karanlık gecede her birisinin ay ile varlık kazandıkları ima ediliyor ki bu manzara Cahiliyye Devri'nde Hz. Peygamber'in zuhuru ve onunla yeni bir varlık kazanan ashab-ı kiram mazmununu hatırlatır. Nitekim Hz. Peygamber bir hadislerinde "Ashabım yıldızlar gibidir..." buyurmaktadır.
Reklam
Bu hüsn-i Hüdâyî ki Huda sana veripdir Mânî-i cihan yazmadı tasvīrine hemtā (Ey sevgili!) Allah'ın sana verdiği bu ilahi güzelliğin bir benzerini cihanın en ünlü ressamı olan Mâni de yapabilmiş değildir. Mâni, tarihte ünlü bir nakkaş ve ressamdır. Batıl Mani dininin (Maniheizm) kurucusu olup yaptığı resimleri bu dinin taraftarlarına gökten inen bir mucize olarak empoze edermiş. Şair, sevgilideki ilahi güzelliğin bir eşinin olmadığını, hatta onun resmini yapmanın bile imkânsız olduğunu ifade ediyor.
Atalarımızın, insanları ağaç ve bitki sevgisine teşvik için dal kıranın baş kesmiş kadar suçlu olduğunu belirtmeleri, eskiden beri Türk-İslâm töresinde ağaç ve bitki hukukunun derinliğini gösterir. Fatih'e atfedilen "Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim." sözü de bu anlayışın tezahürüdür. Ne ki, bizler "Dal kıran baş keser." sözünü "Ali kıran baş kesen" yapıp Anadolu'yu ağaçsız, bitkisiz bırakmışız. Doğu ve Güneydoğu'da bir tek yaprak olmaksızın uzayıp giden bozkırlar, bir milli ayıp değil de nedir? Devleti bir kalem geçelim, peki, bölge insanının ağaç sevgisi bu kadar mı azalmıştır?!.. Eğer öyle ise elbette "Dalı kıran başı keser." sözü "Ali kıran baş kesen"e dönüşmekte gecikmeyecektir. Çare, belki de bu sözü "Dalı kıranın başı kesilir" şekline dönüştürmekten geçiyor. Ağaç dikmek geleneğini yitireli çok olmuş; bari ağaç katlinin önüne geçilebilse!..
~Ali kıran baş kesen~
 Atalarımızın, insanları ağaç ve bitki sevgisine teşvik için dal kıranın baş kesmiş kadar suçlu olduğunu belirtmeleri, eskiden beri Türk-İslâm töresinde ağaç ve bitki hukukunun derinliğini gösterir. Fatih'e atfedilen "Ormanlarımdan bir dal kesenin başını keserim." sözü de bu anlayışın tezahürüdür.
"... ihtişamlı Osmanlı zamanlarındaki o eski bayram tekbirlerini düşündü. Hemen bütün sultanlar ve o sultanlar zamanında yaşayan nesiller bu tekbirlere karışmış, şu camide saf tutmuşlardı. Fatih Sultan Mehmet, hemen şuracıktaki türbesinde beş yüz yıldır bu sesleri dinliyordu. Sandukasından başını kaldırıp bu bayram namazında cemaatin arasına karışsa, yahut imamın arkasında saf tutsaydı, acaba torunlarının haline bakıp ne derdi?"
Sayfa 153 - Kapı Yayınları
Reklam
Sultan Ahmed Genç ve Gür Sesiyle Halka Sesleniyor
İstanbul’a Haliç’ten değil, Marmara’dan ve Karadeniz’den bakmayı tercih ederim. Atalarım İstanbul tepelerine yeterince camiler yaptılar. Yavuz Selim, Fatih, Süleymaniye camilerinin Galata’dan ve Haliç’in yalı boyundan temaşası fevkalade ihtişamlıdır, insana haz verir, umut verir. Lakin ben, İslam’ın halifesi Ahmet, dinimiz gibi bu devleti ilelebet payidar kılıp andıracak camimizi, Ayasofya‘nın ihtişamına denk olsun ve bütün Boğaziçin’den ve dahi Marmara‘dan ihtişamla temaşa edilebilsin diye tam da burada yapmayı istedim. Yine istedim ki Marmara’dan ve Karadeniz’den gelen gemiler önce bizim hilafet eserimizi görsünler ve Ayasofya ile bütünleşen ülkemizin güzelliğine hayran kalsınlar.
Sayfa 23 - Kapı yayınlarıKitabı okudu
Fatih Sultan Mehmet'ten, Yavuz Sultan Selim'e:
" Devlet kılıçla kurulur oğul ama yükselmesi ilim ve sanat erbabınca sağlanır, hiç unutma. "
Bayram namazı için, kim bilir kaç yüz yıldır devam eden temcit ve tekbir sesleri bir kez daha avluya yayılmaya başladığında, Sadullah ihtişamlı Osmanlı zamanlarındaki o eski bayram tekbirlerini düşündü. Hemen bütün sultanlar ve o sultanlar zamanında yaşayan nesiller bu tekbirlere karışmış, şu camide saf tutmuşlardı. Fatih Sultan Mehmet, hemen şuracıktaki türbesinde beş yüz yıldır bu sesleri dinliyordu. Sandukasından başını kaldırıp bu bayram namazında cemaatin arasına karışsa, yahut imamın arkasında saf tutsaydı, acaba torunlarının hâline bakıp ne derdi?
Sayfa 153Kitabı okudu
Ah min-azmatin bi-gayr-î iyâb Âh min-hasretin ala'l-ahbâb
Sayfa 236Kitabı okudu
527 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.