"İyi niyetli bir gülümsemeyle karşıma oturup başını salladı ve gözlerini gökyüzüne, yani hücremin tavanına doğru kaldırdı. Durumu anlamıştım.
-Oğlum,dedi bana,hazırlandınız mı?
-Hazırlanmadım,ama hazırım,dedim güçsüz bir sesle."
"Bir sefilin son sırdaşı olan bu anılar belki de günün birinde onlara bazı katkılarda bulunacak...
Yeter ki çamura bulanmış bu kağıt parçalarına ölümümden sonra rüzgar bir oyun oynamasın ya da bu sayfalar bir zindan bekçisinin kırık camına yıldızlar gibi yapışıp yağmurun altında çürümesin."
"Bir ölüm kararı soğuk ve yağmurlu bir kış gecesi, meşalelerin ışığında, kasvetli ve karanlık bir salondan başka bir yerde açıklanabilir miydi? Ağustos ayında, sabahın sekizinde, böyle güzel bir günde bu iyi yürekli jüri üyelerinin böyle bir karar vermeleri imkansızdı!"
Aklıma gelen bu düşüncenin bende hiçbir ürperti yaratmadığını nasıl açıklayacağımı bilemiyorum. Şehrin havası ve gürültüsü açık pencerelerden özgürce içeri giriyordu, salon bir düğün için hazırlanmış gibi aydınlıktı, güneşin neşeli işinları sağda solda pencerelerin kah yere uzanmış, kah masaların üzerine yayılmış, kah duvarların köşesinde kırılmış ışıltılı gölgelerini çiziyordu ve her bir pencerenin bu parıltılı eş kenar dörtgeninden geçen ışık huzmesi havada altın tozundan büyük bir prizma oluşturuyordu.
Ya bağışlansaydım? Bağışlanmak mı? Kim tarafından? Hangi gerekçeyle ve nasıl? Beni bağışlamaları mümkün değil. Her zamanki gib: Örnek olsun! diyecekler.