Deniz, sonbaharın tadı, ışıkla yıkanan adalar, Yunanistan'ın ölümsüz çıplaklığını örten ince yağmurdan oluşmuş, saydam bir tül. ''Ölmeden Ege Denizi'ni gezen insana ne mutlu'' diye düşnüyordum.
Ölüm'ü karşımda gördüğüm zaman, aklıma ne Meryem geldi ne de Aya Nikolas! Kuluri'ye doğru döndüm, karımı hatırladım ve şöyle bağırdım. Katerina! Şimdi senin yatağında olsaydım.
Karşılık vermedim. İlah doğuran Kutsal Doğu, yüksek dağlar, Prometheus'un kayaya saplanmış çığlığı.. O yıllarda aynı kayalara saplanmış ırkımız bağırıyordu.
Her uzlaşmayla alay ederek, aşağılık olan şeyden zevk alarak, dostlarımdan ayrılıyorum. Sinsi bir yeniyetme gibi, bir ihtiyar gibi yaşıyor olmaktan utanmıyorum. Çıplak kadınların bulunduğu bir kulüpte başarısız, sarhoş ve kıpkırmızıyım: İç karartıcı yüzüme ve ağzımın sıkıntılı kıvrımına bakan hiç kimse eğlendiğimi düşünemez. Kendimi hiç eğlenemeyecek kadar bayağı hissediyorum ve hedefime ulaşamadığımda, en azından, gerçek bir yoksulluğa gömülüyorum
İnsan türünün önünde ikili bir perspektif vardır: Bir tarafta, şiddetli zevkin, dehşetin ve ölümün perspektifi - tam anlamıyla şiirin perspektifi- ve karşıt yönde, bilimin veya faydalılığın gerçek dünyasının perspektifi. Yalnızca faydalı olanın, gerçek olanın ciddi bir özelliği vardır. Bu özellik yerine baştan çıkarmayı tercih etme hakkımız asla yoktur: Hakikatin bizim üzerimizde hakları vardır. Hatta üzerimizde tüm haklara sahiptir. Bununla birlikte, Tanrı olmasa da, tüm haklardan daha güçlü olan bir şeye yanıt vermek zorundayız. O -imkânsıza ki,- ancak tüm bu haklardaki hakikati unutarak, yok olmayı kabul ederek ulaşabiliriz.
“Ağzından yalnızca ‘Isa’ ve ‘Caterina’ sözcükleri çıkıyordu. Ve o böyle konuşurken, ben gözlerimi tanrısal iyiliğe dikmiş, onu istiyorum, diyordum ki, başı ellerimin arasına düştü.
Anneliğin, mutlak kutsal sayılan imgesinin cinayeti ve günahı çağrıştırdığını ve burada patolojik bir durumun işaretinin bulunduğunu öne sürenler de var. Recherche'in anlatıcısı şöyle der: "Zevk beni sarıp sarmaladıkça kalbimin derinliklerinde sonsuz bir hüznün ve üzüntünün baş gösterdiğini hissediyordum; sanki annemin ruhunu ağlatıyordum."
"Namussuz bir insanın elini sıkınca yüzü kızaran" ve bütün kitap boyunca Jean'ın (kitabın kahramanı) adaletin ölçüsü saydığı Jaures, Jean Santeuil'ün beşinci bölümünde gün gelir "parti başkanlığı görevi yüzünden feda etmek zorunda kaldığı şeyleri düşünüp ağlamaktan alıkoyamaz kendini"
İnsan hayatının akışı bizi, ulaşılması kolay düşüncelere bağlar: Kendimizi, iyice tanımlanmış kendilikler olarak tanıtınz. Bizim için hiçbir şey, düşüncenin temelini oluşturan benden daha güvenli değildir. Ben, nesnelere ulaştığında, onları kendi kullanımı doğrultusunda değiştirir: O, kendisi olmayan şeyle hiçbir zaman eşit saymaz kendini. Sonlu varlığımızın dışında kalan şey, kâh bizi bağımlı kılan geçirimsiz bir sonsuzluk kâh çekip çevirdiğimiz ve bize bağımlı olan nesnedir.
"Kanlı gözyaşları" akıttığı Sodom'un 120 Günü için duyduğu hiçliğe ulaşma arzusunda, okun hedefe yakınlığı kadar yakındı hiçliğe. Bu derin eserin anlamı, yazarın yok olma isteğinde (kendi varlığına dair hiçbir iz bırakmadan dönüşme isteği) dir