Peki onu yerinden kaldıran, yüzüne bir insan ifadesi yerleştiren, onu hislendiren, heyecanlandıran bu şey neydi?
Kitap. Evet, sadece kitap onun duruşuna ve kanına iştiyak ve heves tohumları ekebiliyordu. Sadece bir kitaptan aşılanarak cümle kurabiliyor, sadece bir kitaptan hareketle bir düşünceye ulaşabiliyordu. Kitapla yaşamayan kimselerin değil, kitap okurlarının dahi anlayamadığı bir biçimde, kitap onda bilincin yerini doldurmuş durumdaydı. Kitaplara bilgiyi edinmek, edinilmiş olanı zenginleştirmek, bilgiyle ne yapılacağına dair bir rehberliğe ulaşmak ya da bakabilmenin ve gözlem yapabilmenin çeşitliliğini tatmak için başvurmak, ortalama kitap okurunun gerçekleri arasındaydı. Onun içinse kitap bunlardan başka ve çok daha fazla bir şeydi. O kitaplara, kendisinde olanlara bir şey katabilmek için gitmiyordu. Çünkü kitaplara olmadan kendisi diye bir şeye rastlamıyordu. Kitaplar onun kendisi diye adlandırabileceği bir şeye dönüşmüştü.
Meşguliyetin dışında kalan zamanları, ilham veren gezmeyle, yaratıcı uğraşıyla, doğru zamanda doğru sohbet halkasının içinde bulunarak zenginleştirdiğimiz takdirde bu zamanlar da o süreçlere dahil edilmiş olacaktır.