2. Abdülhamid dönemi
Ticaret, tarm ürünleri ve madenlerin ihracından faydalanmaya başladı. Öte yandan, korunmayan sanayi Avrupa 'dan gelen ithal ürünlere karşı rekabet edemedi. Bu sebeple, endüstri kısıtlı ve yerel ölçekliydi; zanaatkârlar deri, cam, kumaş, ve kağıt ve halı dokuması üretimi gibi işler üzerinde yoğunlaşıyorlardı. Sonuç olarak, Osmanlı endüstrisi azgelişmiş kaldı ve ancak Cumhuriyet döneminde sanayileşmeye yönelik önlemler alndı. Abdülhamid'in eğitim reformları en önemli reformlar oldu, ancak bunlar aynı zamanda rejimin zayıflamasına da yol açtı. Padişah bu reformları başlatarak adeta kendi mezarını kazdı. Böylelikle Müslüman nüfus arasında eğitim önemli ölçüde genişlerken yine de gayri-Müslimler arasındaki hıza yetişemedi. Ortaokul ve lise eğitimine önem verilirken ilköğretim ihmal edildi, böylece de genel cehalet oranı yüksek kaldı. Ancak şehirli alt-orta sınıf üyeleri için özellikle askeri ve bürokratik kariyer amaçlı laik eğitim, sınıf atlama aracına dönüştü. Hamidiye dönemi okulları, alt-orta sınıf mensuplarına askeri okullara girerek sınıf atlama imkânı tanıdı.
Müslümanlar böyle yekvücut olsalardı harp mi kaybeder, esarete mi düşerlerdi; Bosna'da, Karabağ'da... böyle katliama mı mâruz kalırlardı! Zalim ve gaddar düşmanlar bir bakıma haklı: Cani ve katil gayri-müslimler bir yönden mazurdur! Her türlü suç ve kusur bizde, bizim Müslümanlığımızda! Allah bizi günahlarımız sebebiyle, onlarla cezalandırıp terbiye ediyor! Ya tekrar Allah'ın dinine rücu ve avdet eder, ya da bu çileleri daima çeker dururuz. Mevlâ bizi lütfuyla ıslah eylesin. Âmîn bi-hürmeti seyyidi'l-mürselîn sallallahu aleyhi ve âlihî ecmain!
Sayfa 150Kitabı okudu
Reklam
Osmanlı Devleti'nin bu müsamahalı tutumunun sonucu olarak da imparatorluğun son yüzyılına gelinceye kadar Müslümanlar ve gayri müslimler daima bir barış ve güvenlik içinde yaşamışlardır. Bu sayede Ortodoks Rumlar ve Gregoryan Ermeniler İstanbul'da bulunan patrikleri tarafından bir hiyerarşik sistem içinde yönetilmişler, kendi kiliseleri, okulları, yetimhaneleri, mahkemeleri olmuş, buralarda dillerini ve dinlerini muhafaza ederek geliştirmişler ve kültür faaliyetlerini yürütebilecek vakıflar kurmuşlardır. Askere de alınmadıkları için ticaret, sanayi ve zenaat ile meşgûl olan gayri müslimler çok kısa sürede refah ve zenginliğe kavuşmuşlardır. Özellikle Ermeniler sanatkârlıkları ile Osmanlı İmparatorluğu'nda her yerde çok iyi bir muamele ve büyük hoşgörü görmüşlerdir. Ermenilere "milleti sadıka" denilmiş; onlara hep güvenilmiş, daha sonraları saraya, askeriyeye alınmış ve çok önemli mevkiler ve görevler verilmiştir. Osmanlı İmparatorluğu'nda çok sayıda Ermeni paşası, bakanı, milletvekili, büyük elçisi, konsolosu, üniversite hocası, yüksek rütbeli devlet memuru olmuştur.
Sayfa 1 - Türk-Ermeni İlişkileri, Tehcir Olayı ve Sözde “Soykırım”Kitabı okudu
Bir siperden sözediyorum. İlk soru şu: Acaba bu siperin bir yakasında Müslümanlar, karşı yakasında ise gayri müslimler mi yer alıyor? Elbette böyle bir durum ideal, ama ne yazık ki gerçek değil. Ne yazık ki siperin iki yakasında da Müslümanlar var. Bazıları dünya sisteminin işletilmesinden ve bu işletiliş içinde birçok Müslümanın mağdur olmasından büyük bir rahatsızlık duymuyor. Dünya sisteminin gerçek dinamiklerinin neler olduğundan habersiz. Belki bir “dünya sistemi” olduğunu bile umarsamıyor. Kendi bilgisizliğinin nelere mal olduğunu ya bilmiyor veya bilmez görünmenin işine geldiğini düşünüyor. Bazı Müslümanlar ise işleyen dünya sisteminin hem bütün Müslümanları ezdiğinin farkında, hem de ezilenler arasında henüz Müslümanlıkla şereflenmemiş kimselerin de bulunduğunu anlamış. Demek ki siperin her iki yakasında gayri müslimler de var.
Gayri Müslimlerin Batı’yla bağlantıları onların eğitim talebini körükledi. Müslümanlar geleneksel ve bağnaz eğitime bağlı kalırken, gayri Müslimler modern bilimleri ve Avrupa dillerini öğreten okulları yeğlemeye başladı.
Sayfa 91 - Efil YayıneviKitabı okudu
Reklam
Gayri Müslimler, İslam hukukunun Müslümanlara tanımadığı bu ayrıcalık sayesinde doğmakta olan modern ekonominin ticaret tekniklerini ve örgütlenme modellerini kullanarak öne geçmeyi başardılar. Ayrıca kaynaklarını Batılı işletmelerle birleştirdiler, Batının teknik uzmanlarına kapılarını açtılar ve Batılılarla temaslarını genişlettiler.
Sayfa 91 - Efil YayıneviKitabı okudu
Refah Partili Abdurrahman Dilipak, 1980'lerin ortalarında bir "İnanç Federasyonu" kuramı attı ortaya. Buna göre, tek-odaklı cumhuriyet gayrı-müslimlerle or tak cihad edilerek yıkılacak ve Türkiye "emirliklere ayrılarak yönetilecekti. Şöyle diyordu Dilipak: "Farklı inanç sahipleri kendi inançlarına göre (kendileri tarafından) yönetilecek, ve her topluluk öteki topluluklarla arasında toplumsal sözleşmeler akdedecektir... Bu "İnanç Toplumunda bir tek emir (kral) da yoktur. Her bölgede kendi içinde bir dizi yönetim (emirlik, krallık) oluşturulabilir ve bu emirlikler (krallıklar) arasında da ayrı sözleşmeler imzalanabilir." (Savaş, Barış, İktidar -sf. 95-96) Cumhurî olmaktan çok Cemahirî bir karakter taşır." (age-sf. 30) Herkes kendi hukukunda özgür olacaktır. (Hürriyet Gazetesi, 02. 02. 1992)- Müslümanlar ile Gayri Müslimler, müstekbirlere ve zalimlere karşı ortak eylemler, hata (ortak) cihad fonu (savaş bütçesi) oluşturabilirler." ("Vahdet". agb-sf. 84)
Sayfa 251Kitabı okudu
Gayri Müslimler kafa vergisi, cizye dışında bir de toprak vergisi ödemek zorundadır ayrıca mümkün olduğunca Müslümanlardan ayırt edilebilir şekilde giyinirler (daha o zamanlar sarı, Yahudilerin rengidir) . İslam mahkemelerinde ehli kitapların tanıklıkları geçerli sayılmaz; ancak ilgili cemaatler haham, piskopos vb yetkililer başkanlığında kendi kendilerini idare ederler. Müslüman bölgelerde yeni kiliselerin yapılmasına izin verilmez, buna karşılık var olan dini yapıların onarımı mümkündür. İlk olarak İslamda ortaya çıkan kitaplı ve kitapsız dinler kavramı daha ileride modern din bilimleri tarafından kabul edilerek daha da geliştirilir. Müslüman olmayanlara karşı savaş açılması gerekliliğinden yola çıkarak dünya iki farklı bölgeye ayrılır: Darül lslam, İslam bölgesi ve Darül harp, savaş bölgesi. Savaş bölgesi İslam otoritesinin henüz veya artık bulunmadığı, cuma namazının kılı­ namadığı bölgelerdir. Bu konu 19. yüzyılda Hindistan'da İngiliz hakimiyeti altında yaşayan Müslü­ manları uzun süre meşgul eder; Britanya Hindistanı'nın ne kadar Darül harp sayılabileceği sorusuna tepkiler farklıdır. Bu soru şüphesiz günümüzde Avrupa ve Amerika'daki köktendinci Müslümanların karşı karşıya kaldıkları bir sorun olmaya halen devam etmektedir. Müslümanlığın zorla kabul ettirilmesine çok az rastlanır.
Sahih bir laikliğin ve solculuğun dine değil, "dinimize dahleden emperya­list Batı'ya" tavır almak olduğunu vurgulayan, yerliliğe düşkün bir başka ay­dın, Attila İlhan'dı (1925-2005). Taklitçiliğe ("kültür emperyalizmine") ve "telifçiliğe" karşı bir ulusal kültür kıskançlığından yanaydı. Burjuva kültürü de ikame edecek "çağdaş ulusal sentez" (milli demokratik devrimciliğin şemasını devralmıştır sanki ! ) , Müslümanlığı kültür olarak içermeliydi ona göre. 1960'larda Yön'e katkıda bulunmanın yanı sıra Demokrat İzmir'in başyazarlı­ğını yapan şair, Küçükömer gibi, Tanyol gibi kendine özgü bir kendine özgü­cüdür. Soldaki Batı taklitçiliğine ve TKP'deki hakim "Levanten beynelmilel­ciliğe" karşı çıkar - romanlarında da gayri müslimler ekseriyetle komprador­luğu temsil ederler. Taklitçi-yüzeysel Tanzimat aydını profilinin devamlılığı, İlhan'ın sabit bir meselesidir. Örneğin ekolojizm, anti-nükleer tepki, azgeliş­mişliğin gerçekliğine uymayan "alafranga" taklitçiliklerdir ona göre. Alafran­ga hayranlığına karşı, Batı'nın gerçekliğinin, tarihinin ve Batılı kavramların sa­hih bilgisine sahip olma iddiasıyla dikilir - biraz da "Batıcı" karikatürünü an­dıran snob bir edayla! Keza Hangi Sol'la ( 1970) başlayıp Hangi Batı'yla (1972) devam eden (1995'te sekiz kitaba ulaşan) Hangi. .. ?'li kitap serisi, tam da "Tan­zimat aydınına" atfedilen ansiklopedist pedantizmin simgesidir.
Sayfa 607 - İletişim Yayıncılık
155 öğeden 1 ile 10 arasındakiler gösteriliyor.