Hazret-i İsa'nın şöyle buyurduğu rivayet edilir: - Hikmeti (ilmi), ona ehil olmayanlara emanet etmeyiniz ki, zulmetmiş olmayasınız. Ehil kimselerden de hikmeti esirgemeyiniz ki, anlayış sahiblerine zulmetmiş olmayasınız. Merhemi yaraya süren şefkatli bir tabib gibi olunuz. Hazret-i İsâ aleyhisselâmın bu sözü şu şekilde de rivayet edilmektedir: Hikmeti, ona ehil olmayanlara aktarmaya çalışan kimse cahildir. Hikmeti, ehlinden saklayan kimse de zalimdir. Hikmetin hakkı olduğu gibi, ehli de vardır. O halde her hak sahibine hakkı verilmelidir.
Ne yazık ki, dinimizi hasta fıtratlardan ko­rumaktan âciz kaldık. Şimdi tek çözüm yolu var: O da, selim fıtrat sahibi kimselerin görevlerini yerine ge­tirmesidir. Böyle önemli bir gayret, çok değerli iki sonucu ger­çek­leş­ti­re­cektir: Birincisi: Saflıklarını koruyan kimseler Allah’ın kullarına gönderdiği şeriattan faydalanabilecekler. Çünkü akıl ne kadar yükselirse yükselsin, nakile muh­taçtır. Tıpkı insan zekâsının, ilim ve fenne ait bilinen kurallara muhtaç olduğu gibi. İkincisi: Anlayışını düzeltmeye çalışan, zihnini kö­reltmemiş, kafasını karıştırmamış kimselerin dini ha­kikatlerden istifade etmesi söz konusu olacak. Dinin fıkhı her insana verilmeyen bir nimettir. Kendilerini buna özel olarak hazır hissedenler bu işe koyulsunlar.
Kitap Dünyası YayınlarıKitabı okuyor
Reklam
Böl ve Yönet
Önceki bölümden de anlaşılacağı üzere, İngilizlerin, Hindistan'ın siyasi birliğini sağlayarak ülkeye uygun siyasi kurumlar, demokrasi ruhu, et­kin bürokrasi ve hukukun üstünlüğünü getirdiği iddialarının içi boştur. Anlattığımız hadiseler yaşanırken İngiliz sömürgeciliğinin Hindistan' a siyasi birlik kazandırmayı amaç edindiği iddiasını
Muallim,Hz.Peygamber'e (sav) uymalıdır.Öğrettiği şeyler için kimseden hiçbir ücret istememelidir.Hatta teşekkür bile beklememelidir.Sadece Allah'ın rızasını kazanmak ve O'na mânen yaklaşmak için çalışmalıdır. Öğrettiği insanları minnet duygusu altında bırakmamalıdır. Gerçi talebeler kendisine saygı besleyecektir,fakat bunu öğreten beklememelidir.Öğrencilerini, kendisinden öğrenmeye azmettikleri için takdir etmeli ve onları kendisinden faziletli görmelidir.Çünkü o öğrenciler kalplerini temizlemek ve Allah'a yaklaşmak için ilim talebinde bulunmakta ve kendisini dinlemektedirler.Muallim kendini, işletmek için tarlasını başkasına veren bir adamın amelesi gibi görmelidir.Elbette ki çalışan, tarlanın sahibinden daha çok menfaate kavuşur.Eğer tarla sahibi vermemiş olsaydı rençbere çalışma imkânı olmayacaktı. Öğrenciye nasıl minnet yükleyebilirsin? Halbuki kimseye verilmeyen bedeli Allah nezdinde alacaksın! Şayet öğrenci bulamasaydın bu sevaba nasıl nail olurdun?
Kibir sahibi bir gence,ilim savaş açar;aynen suyun kendisini tutmaya çalışan tümseklere savaş açması gibi...
_Az yemek, az uyku, az konuşmak ve herkesle düşüp kalkmamak. İşte doktora ihtiyaç olmaması için yapılması gerekenler bunlardır. _Az ye! Yedikten sonra hazmoluncaya kadar başka bir şey yeme! Zira şifa yemeğin hazmolunmasındadır. İnsanın sağlığını bozan yemek üzerine yemek yemektir. Tıp ilmi ki beyte sığdırılmıştır. Ve söylemenin güzeli de kısa
Reklam
_İnsan, Meleklerin Cevherindendir. _Nurlu bir cevher, melek gibi marifet-i ilahi ile süslü olunca, elbette meleklerin arkadaşı olur. _İnsanlar görünüşte insana benzeseler de hakikatte halleri başkadır. Kıyamet gününde manalar görünecektir. _İnsanın içindeki ahlakın tamamı 4 kısımdır. Hayvan, canavar, şeytan ve melek ahlakları. _Allah’tan başka
_Değişmeyen tek şey değişimdir. Heraklit _Tüm canlılar, ortak atadan geldikleri için akrabadır. İnsan ve diğer tüm memeliler, yaklaşık 150 milyon yıl önce yaşamış sivri faremsi bir canlıdan evrimleşmiştir. Memeliler, kuşlar, sürüngenler ve balıkların ortak atası 600 milyon yıl önce yaşamış su solucanlarıdır. Tüm hayvanlar ve bitkiler, yaklaşık 3
"Şu altı sınıftan birine giren kadınlarla evlenmeyin: a) Ennâne, b) Mennâne, c) Hannâne, d) Haddâka, e) Barrâka, f) Şeddâka. Ennâne: Durmadan yakınan, inleyip duran, habire baş ağrılarından şikayet eden kadın demektir. Çokça hasta olan veya kendisini hasta göstermeye çalışan kadınla evlenmekte hayır yoktur. Mennâne: Senin için şöyle yaptım, böyle yaptım demek suretiyle durmadan kocasının başına kakan kadındır. Hannâne: Bir başka kocada gözü olan veya eski kocasından olan çocuklarına aşırı ilgi gösteren kadındır. Böyle kadınlarla da evlenilmemelidir. Haddâka: Gözünün iliştiği her şeyi isteyen ve bu gibi şeyleri alması için kocasını zorlayan kadındır. Barrâka: İki şekilde yorumlanmıştır: a- Bütün gününü ayna karşısında geçiren, tüm zamanlarını yüzünü parlatmaya ve makyaj yapmaya hasreden kadın, b- Yemekte öfkelenip tek başına yemek yeme âdeti edinen ve her şeyden kendisine özel bir pay ayrılmasını isteyen kadın. Şeddâka: Çenesi düşük geveze kadın. Peygamber -sallallahu aleyhi ve sellem-'in: "Allah Teâlâ geveze ve avurtlarını şişirerek konuşanlara buğz eder." mealindeki hadisleri bu anlamdadır.
Kelâm ilmi:
Yine diyebilirsin ki, bid’atlerin önlenmesi için gerektiğinde bu ilimden yararlanabilirsin. Şimdi ise bid’atler olduğunca ortalığı doldurmuştur. Artık bunun tehlikesi de neredeyse önü alınamaz olmuştur. Dolayısıyla bu ilme gerek duyulmaktadır. Bu durumda bu ilmin kesinlikle farz-ı kifâye durumunda olması gerekir. Çünkü bu ilim bilinmeli ve öğrenilmelidir ki, tedbir alınmış olabilsin. Bu, tıpkı malların korunması ve diğer hakların savunulması için alınan tedbirler derecesindedir. Yargı, velayet yetkisi ve benzeri hususlar gibi…
Çelik Yayınevi / EpubKitabı okudu
Reklam
NOTLAR: Ne var ki, Halife ve Papanın, Rahip ve İmamın Kral ve Emirin bazı fonksiyonlarının benzerliği İslâm ve Hıristiyanlık’ta birbirine karşılık gelen makamlar ve sahipleri arasındak aslî farkı görmekten bizi alıkoymamalı. Aslında Hz. İsa’nın naibinin ve Hz. Muhammed’in Halifesinin makamlarının teorik meşruiyetleri ve pratik uygulamaları
Gönül, bir sıfatın büyüklük ve cazibeliği ile dolduktan sonra artık o sıfata karşı sürükleyici bir arzu duymaması, o celal ve cemal'e aşık olmaması, nefsini o sıfat ile tezyin hususunda titizlik gösterme­mesi tasavvur edilemez (mümkün değildir). O sıfatın kemaline ermek mümkün ol­masa bile mümkün olduğu kadarına ulaşmak arzusu onu hareke­te geçirir. Bu arzu herkeste vardır. Ancak iki şey onu önler. Ya bilinen vasim, cehil (bilgisizlik) ve kemal vasıflarından olduğuna dair marifet (bilgi) ve yakinin (kesin, doğru bilgi) zayıf oluşu veya gönlün başka bir arzu ile dolu ve o arzunun içine gömülü olması. Talebe, hocasının ilimdeki kemali­ni müşahede ettiği vakit ona benzemeye ve iktida etmeye ken­disini sevkeden şiddetli bir arzu belirir. Fakat o talebenin gönlü açlık duygusu ile dolu ise iç alemini kaplayan yemek arzusu, ilim arzusunun harekete geçmesini önleyebilir. Bu itibarla Allah-ü Teâlâ'nın sıfatlarını mütalaa (çalışan, okuyan) eden kişinin kalbi, masivadan tama­men arınmış olmalıdır. Çünkü marifet (bilgi) arzunun tohumudur; nefsani duygulardan boş olan bir kalbe rastlayınca derhal yeşerir ve eğer kalb, bu duygulardan hali olmazsa tohum da başarılı olamaz.
Sayfa 44
Aldanan Âlimler / Dördüncü Grup
Bu âlimlerin hâli, tarlasını zararlı otlardan arındırmaya çalışan çiftçinin hâlini andırır. Çiftçi tarlasını gezer, görebildiği zararlı otları söküp atar. Ancak henüz toprağın altından çıkmamış olan otlar da vardır. Çiftçi onları hesaba katıp ayrıca incelemez, tüm zararlı otların toprağın üstüne çıktığını sanır ve tarlayı temizleme işine son verir. Bir süre sonra yerin altındaki zararlı otlar çıkmaya başlar ve ekinleri mahveder. (Bu gruptaki âlimler de bu çiftçi gibidir. Kalplerinin derinlerinde yatan gizli güdülerden yana sorgulayıcı davranmaz, gecelerini gündüzlerine katarak gerçekleştirdikleri tüm ilmî faaliyetlerini Allah için ve insanların yararına yaptıklarını sanırlar. Belki de bu faaliyetlerin ardındaki gizli güdü şöhret, kariyer ve ikbal sevgisidir.)
137 - Ey oğul! Peygamber aleyhisselâm bir gün Ebâ Hüreyre'ye buyurdu ki, bir kimse Hak Teâlâ hazretlerine Nuh Aleyhisselâmın ömrünce ibâdet eylese kendisinde üç haslet bulunmayınca yaptığı ibâdetten bir fayda edemez: 1) İlim ile amel etmek, 2) Yediği yemeğin helâl olması ve helâlı da israf etmemesi: Besmelesiz kesilen hayvanlar, besmelesiz tutulan balıklar necistir, bunları yemek haramdır. Bunları besmele ile yapan da bulunduğu takdirde, besmelesiz olduğu kat'î bilinmedikçe, alınan eti, balığı yemek helâl olur. 3) Allah'a âsi olmaktan kaçınmak.
Sayfa 114
ilim/akıl ve din birbirine zıt değildir
Sadece akılla Kur’an ve sünnetin nurlarından istifade etmeye kalkışan kimse aldanmıştır. Akli ilimler gıda, şer’î ilimler ilaç gibidir. Hasta ilaçsız gıda alınca kendine zarar verir. Kalplerin hastalıkları ancak şeriattan alınan ilaçlarla tedavi edilebilir. Hasta kalbini şer’î ibadetlerle tedavi etmeyen, akli ilimlerle yetinen bir kimseye bu akli ilimler zarar verirler. Akli ilimlerle şer’î ilimler asla birbirlerine zıt düşmezler.
38 öğeden 1 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.