Öldükten beş gün sonra geldin rüyama. Babaeski’deki eski evin oradasın. Hayır gelin çıktığın ev değil, diğeri. Biz çocukken her yazları kardeşlerinle, kuzenlerimle bir araya geldiğimiz eski mezarlığın oradaki ev. Evin bahçesine çiçekler ekilmiş. 20 li yaşlarındasın. Sanırım hiç evlenmemişsin. Bahçedeki çiçekleri suluyorsun. Çok mutlusun. O kadar
Fakat burası Doktor Brown'un garajı değil burası Massachu- setts Teknoloji Enstitüsü: Amerika Birleşik Devletleri'ndeki, hatta belki de dünyadaki en seçkin bilim ve mühendislik üniversitelerin- den biri; tahtada ders anlatan da Profesör Walter H. G. Lewin. Tur- lamayı bırakıp sınıfa dönüyor. "Şimdi. Ölçüm yapmadaki en önem- li husus, ki bütün üniversite fizik kitaplarında daima gözardı edilir" -kollarını iki yana açıyor, parmaklar aralı- "ölçümlerinizdeki belir- sizliktir." Duraksıyor, düşünmelerine zaman tanımak için bir adım atıyor ve tekrar duruyor: "Belirsizliğini bilmeden yaptığınız bütün ölçümler tamamen anlamsızdır." Sonra vurgu yapmak için eller ha- vada iki yana açılıyor. Bir duraksama daha.
"Tekrar edeyim. Bunu bu gece sabahın üçünde uyandığınızda duy- manızı istiyorum." İki işaretparmağını şakaklarına dayayıp burarak beynini deliyormuş gibi yapıyor. "Belirsizliğini bilmeden yaptığınız bütün ölçümler tamamen anlamsızdır." Öğrenciler büsbütün kendi- lerinden geçmiş bir halde bakakalıyorlar.
"Uyku derin olsa bile on beş dakikalık çabayla "işe koyulma" havasına girmek her zaman mümkündür. Sabahın uykulu hallerinden kurtulup çalışmaya koyulan, en azından akşam çok kötü bir gece geçirmemişse çalışmasından verim alamayan öğrenci hiç görmedim. Zihin çabuk açılır, uyuşukluk aslında istektedir, zihinde değil."
Sabahlarda sevmedigi bir şey vardı; neredeyse müstehcen bir şey, diye düşündü. Zaman sanki her gece düzenli olarak mezarından kalkıyor, rutubetli elleriyle yeryüzüne ve yeryüzünde yürüyen her şeye dokunuyor gibiydi. Sabahın ilk saatlerinde çiyin salgıladığı küflü, pis koku, unutulmuş evlerdeki karanlık odaların ağır kokusu gibi nahoş bir şekilde burun deliklerine saldırıyordu.
Gözlerin yıldızlarla dolu gece gibi,
Gülüşün aydınlık sabahın ilk ışığı.
Sesin, rüzgarın şarkısı gibi hafif,
Kalbin, sonsuz bir sevgi denizi gibi derin.
Dostluğun bir bahçe, sen o bahçenin çiçeği,
Her anın kıymetli, her sözün akıllıca.
Yüreğin neşeyle dolup taşar her daim,
Seninle geçen zaman, değerli bir hazine.
Arkadaşlık yolu uzun, bazen dikenli,
Ama seninle her adım, güllere serpilmiş.
Beraber yürüdüğümüz bu yolda,
Her anın kıymeti, paha biçilmez bir inci.
Seninle her kahkaha, bir ömre bedel,
Her sohbet, bir kitap dolusu hikaye.
Dostluk dediğin, seninle anlam bulur,
Çünkü sen, çok iyi ve çok güzel bir arkadaşsın.
“İslam’da cariye harp esiridir. Harbler ise dünyamızın gündemindedir.”
Anlatmak istedikleri şudur ki savaş denilen şey ortadan kalkmadığına ve muhtemelen kalkmayacağına ve dolayısıyla savaşta alınan esirler Kur’an gereğince paylaşılmak gerektiğine göre kölelik ve cariyelik denen şeyin de devam etmesi doğaldır.
Bununla beraber bizim mollalar,
Ahhh benim en uzak gurbeti gösteren sılam
kendimi bulduğum her yerde ,kayıp bir evreni ararken kullandığım pusulam
sen yerini bilirsin ;git ve bana güldüğümüz bir memleket getir !
bana ,ikinci kişiye giden tek kişilik bir yolculuk getir,
Getir bana ,belki biraz beyaz belki biraz mavi bulutların oynaştığı,
henuz kimsenin gözlerinin değmedigi
“Meşeden masa üstünde semaverim kaynıyor
Tipi yatıştı, yol aydınlandı.
Gece binlerce donuk gözle bakıyor.
Ansızın ihtiras dolu bir sesin
Çıngırağa uyarak konuştuğunu duyar gibiyim
Göğsüme yaslanıp dinlenmek için
Sevgilim ne zaman, ne zaman gelecek!
Tatlı hayat! Sabahın ilk güneşi
Penceremin buzlu camında titreşirken
Meşeden masada semaverim kaynıyor,
Sobam çatırdayarak, köşede renkli perdenin ardındaki yatağımı aydınlatıyor.”
Y.P. Polonski’nin “Kolonkolçik” (Küçük çıngırak)
adlı şiiri.
"Gece ayakucuna basarak çekiliyordu. Yorgunluğunu yeterince atmıştı sanki. Uzaklardan cılız sesler geliyordu. Belki bir kuş; belki bir göçmen kuş rüya görüyordu; belki de bitkiler büyüyordu. Bu sırada solgun bir yıldız bulut kümeleri ardında gözden kayboluyordu. Yüzümde sabahın yumuşak nefesini hissettim."
Dr. Adnan Bütün kabine toplantılarında bulunmaya mecbur oluyor, bundan başka da Mustafa Kemal Paşa’nın çağırdığı hususî toplantılara gidiyordu. Bu günlerde, nadiren gece yarısından önce gelir, bazan da sabahın beşlerine kadar dışarıda kalırdı. Mustafa Kemal Paşa’nın anormal denilecek bir enerjisi olduğu için, sabahleyin uyurdu. Fakat, Dr. Adnan