Ben de destan ve stranlarımız gibi eskiyim. Düne aidim, bugüne değil. Bugünle hiçbir ilişkim yok. Gerçeği söylemeliyim; bu, bana mutluluk da veriyor... Çünkü dünya yıkıma doğru gidiyor...
Neydi bu hayat? Mecburen okunan bomboş bir roman gibi olan bu hayat neydi? İnsanın yüreği hayatın örsündeydi, öfke ve güzelliğin çekiçleri, balyozları güzellik ve kötülüğü çalıyorlardı üstüne.
Meşhur Kürt şairi ve büyüğü Ehmede Xanî, Nûbehara Biçûkan adlı Kürtçe-Arapça manzum sözlüğünün ön sözünde der ki: “Ne ji bo sahip rewacan, Belkî ji bo bîçûken Kurmancan.” (Ben bu kitabı, şöhret ve bilginler için değil, Kürt çocukları için yazdım.)
Musa Anter de böyle söylüyor.
Samimi, sıcak bir şekilde anılarını anlatıyor.
Zamanında Kürtçe diline olan baskıları yüreği buruk olarak yazıyor:
“Çünkü şarkı Kürtçeydi; dışarıda, yani şehir içinde Kürtçe konuşmak yasaktı. Hatta konuşanlardan, eğer tespit edilmişse, kelime başı 1 lira ceza alırlardı. Bu yüzdendir, Mardin bir dilsizler kampına dönmüştü.” Sy.34
Kitapta birçok bilgi mevcut. Okumanızı tavsiye ediyorum, iyi okumalar.
Sana soruyordu. Korkmasan gülecektin orada. Uzağa gitmene gerek yoktu, zavallı annen bir kelime Türkçe bilmiyordu. Ve bu bay Kürt yok diyordu. Kürt yok!! Güneş yok dermiş gibi, ay yok, yıldız yok dermiş gibi. Bir halk nasıl inkâr ediliyordu!?