Gönderi

128 syf.
·
Puan vermedi
Tolstoy’un İTİRAFLARIM adlı kitabını herhalde 5-6 gün önce bitirmiştim. Ancak üzerinde yazmak için biraz bekleyip altını çizdiğim yerleri tekrar tekrar okuyup, düşünüp öyle yazmanın daha doğru olacağına inandım. Bazı yazarların kitapları, yazarı çok iyi anlatan başyapıtlar olur. Tolstoy; okuduğum 2. Kitabı ile beni derinden etkiledi diyebilirim. Eğer bu kitabı 15 yıl önce okusaydım muhtemelen bu kadar tesir edici olmayacaktı. Tolstoy; kitabında kendisini karşısına oturtmuş ve çocukluğundan gençliğine, gençliğinden olgunluğuna kadar ki olan yaşamını sorgulamıştır. Çocukluğunda herkesin inandığı din, sorgusuz sualsiz kendisine kabul ettirilmiş ve bir süre sonra dindar olan abisinin genç yaşta acı çekerek ölmesiyle Tanrı’yı sorgulamaya başlamıştır. İyi ve dindar olan abisinin ölmesi onu derinden etkilemiştir. Ölümü sorgulayan genç Tolstoy madem bir ölüm var, hayat ıstıraplarla dolu o halde bu hayata bir son verecek ölüm neden güzel olmasın? Bu dünyanın sıkıntılarından kurtulma yolu olan intihar düşüncesini de defalarca düşünmeye başlar böylelikle. Bir süre gençliğinde felsefeci ve düşünürleri, bilim insanlarını araştırmış. Görüşlerini benimsemiş. Hayatı ve varoluşu anlamlandırmaya, kendi içinde sorgulamaya başlamıştır. Bu görüşleri benimseyip araştırmayı sürdürdükçe çıkış yolu ararken dindar olup aslında dindar olmayan kişileri gördükçe çıkmaza doğru sürüklenmiştir. Pek çoğumuzun zaman zaman yaşadıkları ile kendi hayatını sorguya çektiği gibi aslında. İçinde yaşadığı ruhsal durumları ise şöyle ifade eder Tolstoy; “Varoluşsal sorulara cevap ararken kendimi ormanda kaybolmuş bir adam gibi hissediyordum. Bir açıklığa varıp ağaca tırmanıyordum ve etrafımdaki sonsuz boşluğu net biçimde görüyordum. Fakat açıklıkta hiçbir evin olmadığını ya da olamayacağını görebiliyordum; sık ormana, karanlığa dalıyor ancak yine bir eve rastlamıyordum, gördüğüm yalnızca karanlıktı. “ Hayatın anlamının ne olduğunu, yaşamanın amacının ne olduğu sorusunu sorarken yıllar geçip gidiyordu. Ve söylemeye devam ediyordu ; “Her yaşayan canlı gibi ben de nasıl daha iyi yaşarım sorusuyla mücadele ediyordum. Bir insan gelişime uygun olarak yaşamalıdır cevabını verirken, aslında rüzgâr ve dalgalarla sürüklenen bir kayıktaki adama benzediğimi anlayamamıştım. “Dümeni nereye kırmalıyız?” gibi önemli bir soruya “Bir yerlere sürüklenip gidiyoruz,” yanıtını veren biri gibiydim. “ Bugün biz de bu kitabı okurken bir an durup aynı soruları soruyor muyuz kendimize? Sahi yaşamın gerçek amacı ne olabilir? İnsan ne ile yaşar? Ya da nasıl yaşamalıyız? Tolstoy 50’li yaşlarına geldiğinde anlıyor kendi gerçeğini ; “İnsan, kendisinin ne olduğunu anlaması için ilk önce insanlık denen gizemi anlamalıdır, kendisi gibi, ne olduğunu anlamayan insanlardan oluşan tüm insanlığı.” …” Kendimiz ve ailemiz için en iyi olan neyse onun için yaşamalıyız.” diyor Tolstoy. Hayatın güncel akışına kapılıp gittik ve gidiyoruz. Yaşamlarımızı biraz olsun sorgulamanın tam da zamanı bu günler. Yitip giden zamanımızın değerini, aile olmanın değerini, insan olmanın ve bu hayatın sonuna geldiğimizde kendimizi nasıl bir son ile görmeyi umut ediyorsak biraz kendimizi zihnimizde tabir yerindeyse halvete kapatmamızın zamanıdır aslında. Kitabın sayfası çizili yerlerini okuyup düşündükçe bugün elinde bir baston yardımıyla zar zor yürüyen, ayağında eski siyah bir lastik papuç giyen yaşlı adam geldi zihnime. Arkasından baka kaldım bugün bir an. Sırtındaki hafif kamburu ile öne doğru eğilen bedeni sanki onca yaşanmış yılların kendisine verdiği derin bir anlam yüklemişti suretine. Bir elinde erzak poşeti ile herhalde evine gitmekteydi. Gözleri parkta oynayıp koşuşturan çocukları seyretti bir süre. Sonra yoluna devam etti ve görüntü bulanıklaştı. Kendimi bir an; elimde bastonum ile yürüyen ve yaşamım boyunca ne öğrendiğimi ne için ve nasıl yaşadığımı düşündüm. Tolstoy’unda dediği gibi “gördüm ki, ben yalnızca Tanrı’ya inanınca yaşıyordum. Eskiden olduğu gibi şimdi de öyleydi.” Bab’Aziz Filmindeki hayat dolu olan ve dedesini çok seven çocuk Isthar soruyordu bunları sanki; - Nereye gidiyorsun? - Tanrı’yı bulmaya ve bilmeye gidiyorum. - Tek başına mı? - Evet. - Doğru yolu nasıl bulacaksın? Ya kaybolursan! - İnancı olan kişi... Asla kaybolmaz ki. Barış içinde olan kişi yolunu kaybetmez. - Peki, doğru zamanı ve yeri nasıl bileceksin? - Bilmiyorum. Kimse de bilmiyor. - Nerede olduğunu bilmeden nasıl gideceksin? - Yürümek yeterli, sadece yürümek.. Davet edilenler elbette yolu bulacaktır. Bugünlerde bizleri anlatan Tolstoy ile bitiriyorum sözleri.. “Çıkışı olmayan bir ormanda yaşayan biri olsaydım eğer, yaşamaya devam edebilirdim. Fakat ben daha ziyade ormanda kaybolmuş ve bu gerçek nedeniyle dehşete düşmüş, yolunu bulmak için koşuşturan birisi gibiydim; attığı her adımla kafası daha da karışan ve yine de koşuşturmaya devam eden biri.”
İtiraflarım
İtiraflarımLev Tolstoy · Ren Kitap · 201823,2bin okunma
·
20 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.