Gönderi

Selman Kayabaşı
19. yüzyılın sonlarında, dünyada gelişen hadiseler Osmanlı Devleti'ne iki senaryo dayatıyordu: imparatorluk olarak devam etmek veya güçlü devlet olma iddiasından vazgeçmek. Birinci seçenek devleti yönetenlerin arzusuydu, ikinci seçenek ise Batılıların teklifi ve hedefiydi. Osmanlılar, basında ve saray etrafında "artık haddimizi bilelim, elimizi her yere uzatmayalım. Afrika'dan, Trablusgarb'dan veya Yemen'den bize ne?" diye özetlenebilecek tavsiyelerle karşılaştılar. Bunun sözcülüğünü içimizden yapanlar vardı. Afrika'dan vazgeçmek, bu topraklarla ilgilenmemek yeni ve keskin bir sömürge sürecini başlatan, bu süreci Birinci Dünya Savaşı gibi dünyayı alt üst eden bir zirveye sürükleyen Avrupalı devletlerin projesiydi. Fakat haklı olarak sorulan bir soru Osmanlılar için can yakıyordu: Avrupalılar, Afrika'yı bölüşeceklerdi ama Osmanlılar, büyük devlet iddiasından vazgeçerlerse kendi hallerine bırakılacak ve bu talanın dışında kalacaklar mıydı? Yani Avrupa'nın ortak teklifi kabul edilirse İstanbul rahat edecek miydi? Hakikat, bunun tersiydi. Osmanlılar, Mısır'ı, Tunus'u bir şekliyle kaybetmiş göründükleri gibi Trablusgarb'dan da el çekerlerse buraları Avrupalılar'a terk etmekle kalmayacaklar, "sömürülecek devletler" sınıfına alınarak paramparça edilecekti. İstanbul, ilk seçenekte ısrar etti. Enver Paşa'nın, Mustafa Kemal Paşa'nın Afrika'daki misyonları, son bir kez dünyaya güçlü devlet olduğumuzu göstermekti. İddialarından vazgeçmemiş, sınırlarında ısrar eden bir devlet olarak varlığını korumak. Ne yazık ki süreç ümit edildiği gibi devam edemedi. Avrupalılar, Afrika'da yeni bir sömürge fırtınası estirmeye başladıktan, Mısır, Tunus bizim kontrolümüzden çıktıktan sonra otuz yıl içinde Devlet-i Aliyye'nin tarihten çekildiğini gördük. Batı, asla orta yolcu olmamıştır ve olmayacaktır. Yeni bir vahşi sömürgecilik dönemi başladığından beri Türkiye'ye medya aracılığıyla, akademi eliyle aynı çağrı yapılıyor. "Suriye'ye karışmazsanız, Mısır'a karışmazsanız, Kıbrıs'a, Libya'ya karışmazsanız Türkiye rahat olacaktır" mesajı veriliyor. Sosyal medyada da "Biz oralara karışmasak başımıza bunlar gelmezdi" gibi saf ve iyi niyetli bir bakış yayılıyor. "Başkasının sınırı" dediğiniz sınırlara Batı mı saygı duyuyor, Rusya, Çin mi saygı duyuyor da bir tek biz saygısızlık yapıyoruz? Bu bakış açısı üst üste gelen zor süreçlerin ardından toplumun büyük bir çoğunluğuna da yayılmış görünüyor. Oysa biraz uyanık olmak, biraz sorgulamak, Akdeniz'de, Kıbrıs'ta, Suriye'de yaşananları basit sorularla baştan sona gözden geçirmek bile çok net fotoğraflar verecek. Türkiye'ye teklif edilen "sahadan çekilirsen birçok sorunun çözülecek" mesajı ahlaksız bir tezgahtan başka bir şey değil. Osmanlılar'a vaktiyle yapılan teklifin aynısı. "Sen bu bölgedeki en güçlü devletsin, sahadan çekil, seni rahat bırakalım" demiyorlar. Türkiye sahada olmadığında çok hızlı hareket edebilecekler, en sonunda en güçlü olanı da paramparça etmek için harekete geçecekler. Trump'ın yavaşlattığı tarihin artık hızlandığını göreceğiz. Yeni bir kaos sarmalına, bunun etkilerini ülkemizde de yaşamaya hazır olalım. Şüpheye düşenler, "savaşmasak daha mı iyiydi" diyenler, yanlış tarafta bulunanlar, alınan kararlara uymayanlar 100 yıl evvel nasıl idareden uzak tutulduysa bu yeni süreçte de çizgi dışına atılacaklar. Çatışma çok keskin ve hızlı yaşanacak. Akdeniz, Suriye, Kıbrıs ve Libya siyasetlerinin Türkiye'nin meselesi olduğunu, siyaset üstü bir süreç olduğunu kimse aklından çıkarmamalı. Enver Paşa ve Mustafa Kemal Paşa, Trablusgarb'da yaptığı savaşın on yıl sonrasında İstanbul'u işgal edilmiş halde gördüler. Kimse bize dostluk eli uzatmasın. "Dünyayla barışık olalım, dünya sistemine entegre olalım" sözü çok güzel ve anlamlıdır. Ama Enver Paşa'nın, Mustafa Kemal Paşa'nın bu sözü 1914'te söyleme lüksü olmadı. Ne zaman ki işgalciler uzaklaştırıldı, o gün barış konuşuldu.
Selman Kayabaşı
Selman Kayabaşı
·
11 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.