BakeleNe zaman ki okumaktan yorulur, bunalırım, işte tam o sırada imdadıma Sezgin Kaymaz yetişir. Benim kurtarıcı yazarlarımın başındadır kendisi...Kurtarıcı tabirimden, yazarın alalede bir - zaman geçirmelik- yazar olduğu sonucunu çıkarılmasın elbette. Benim kastım, dilinin, üslubunun akıcı, konularının son derece eğlenceli olması, özünü gündelik hayattan alması ve karakterlerde okurun kendisini bulması...Kaymaz'dan okuduğum altıncı kitap olan Bakele, şematik ve tematik olarak birbirinden farklı lakin karakterler bazında genel olarak birbirine bağlı 34 minik öyküden oluşan bir kitap. Yazar reelde, büyük bir vefa örneği sergileyerek, çok uzun yıllardır okurları ile mektup arkadaşlığı yapıyor. Ve bu yıllar boyu, okurlarına ara ara minik öyküler yazarak, mektuplarının arasına sıkıştırıp, onlara birer hediye olarak sunuyor. İşte, Bakele kapsamındaki öyküler de, o okurlara gönderilen mektuplarda yer alan öykülerden yapılmış bir derleme.
Sezgin Kaymaz Sinop'ta dünyaya gelmiş, Konya'da büyümüş, Ankara'da ikamet eden, bir ayağı Eskişehir'de bulunan bir Kayseri damadı... Bu farklı kültürlülüğün etkisini de, gerek mekanlar gerekse şiveler aracılığıyla tüm öykülerde ayrı ayrı hissettiriyor. Öykülere konu olan iki kadın karakter, isimlerini, yazarın eşi ve annesinden alıyor; Hülya ve Sabiş... Konular ise 70'li, 80'li yıllardan uzanıyor bugüne. Çıtır çıtır yanan sobalar, siyah beyaz televizyonlarda Tatlı Cadı'lı, Bonanza'lı geceler, sedirler, sokak düğünleri, Angara havaları eşliğinde atılan göbekler, kasetçilerde doldurtulmuş karışık kasetlerde çalan Nejat Alpler, Zülfüler, Ahmet Kayalar, Azer Bülbüller...
Şahsen birçok öykünün otobiyografik özellikler taşıdığı inancındayım ama yazarın bu yönde bir beyanatı olmadığı için ispat edemem :-)
"Babasız çocuk büyütmek zordur derler, gülerim. Babasız çocuk olmaktır asıl zor olan..."
Sevgiyi, aşkı, şefkati, dürüstlüğü, merhameti, vicdanı, iyiyi, kötüyü, güzeli ve çirkini olanca yalınlığı ile ele alan, kimisinde okura kahkaha attıran, kimisinde ise okuru hüzne boğan bu tadımlık öyküleri okumak da çok kolay, zira yayınevi okurun işini kolaylaştırmak için oldukça büyük punto kullanmış ve ayrıca satır araları genişliğinde de bir hayli cömert davranmış.
"İnsan birine haksızlık etmek istediği zaman, köpek gibi tasma takar da içinin en karanlık deliğine kapatır vicdanını. Hem iyi biri olduğunu düşünüp hem de kötülük etmek istiyorsan, zulmedeceğin kişinin insanlığına bakamazsın çünkü. Yüzün tutmaz. Sıfatına bakarsın. Etiketine, markasına bakarsın..."
Öykülerde bir didaktiklik asla sözkonusu değil. Kaymaz, haklı da olsa haksız da, hiçbir karakterini kınamıyor, yargılamıyor, hiçbirine kızmıyor. Hatta bir röportajında bunu şöyle dile getiriyor:
"Her insanda iyilik, güzellik, barış ve esenlik saklı. İhmal etmez ve hor kullanmazsan bunları sana misliyle geri verir. İnsandaki iyiliğe topraktaki berekete inandığım kadar inanıyorum."
Sezgin Kaymaz, uzun yıllar hentbol antrenörlüğü ve İngilizce öğretmenliği yaptıktan sonra, profesyonel anlamda yazarlığa transfer olmuş. Hal böyle olunca mesleki yaşamının getirdiği deneyimleri de birikimlerine eklemiş. Eserlerimde kurgu asla kullanmıyorum, lütfen beni böyle itham etmeyin, diyen bir adamın elinden ne gelirse onları okudum ben yani...Sıcak, samimi, bizden anlatılar. Kitaptaki harika bir detay da yazarın hayvanseverliği. Daha önce okuduğum bir romanı da köpeği üzeri kurulu olan Sezgin Kaymaz, öykülerinde de sevimli dostlarını satır aralarına yerleştirmeyi ihmal etmemiş. Eserin diline gelecek olursak, yer yer argoyu da dahil ettiği günlük konuşma dili hakim öykülere. Bu argo sizi asla rahatsız edecek türden değil, müsterih olun lütfen. Mesela ben kitabı bitirip, hemen kızıma devrettim, yarıladı bile. Edebi beklentinizi aman aman yüksek tutmadan, şu güzel kitaba bir şans verin..
"Cebimizde üç kuruş fazladan para olsa batardı etimize. Kalkar, ya bir yetimhaneye giderdik ya bir huzurevine. Yanımızda ufak tefek bir şeyler götürür, evlatlarının ya da ana babalarının çoktan unuttuğu, tanımadığımız, geçmişlerini ve geleceklerini bilmediğimiz çocuklara, ihtiyarlara kendimize sarılır gibi sarılırdık."
Anlaşıldığı üzere her öyküyü ayrı sevdim ama illa bir tercih yapmak durumunda kalırsam, favorilerimin, Ben Geldim de, Uzay Piçi, Brut, Temizlik İmandandır, Angara'nın Bağları, 10 Mart 2050 Perşembe ve kitaba adını veren giriş öyküsü Bakele olduğunu söyleyebilirim.
"Dede?.." dedim, "Bakele ne demek?"
Anlattı.
"Canım" demekmiş.
Ve "Aşkım" ve "Bir Tanem" ve "Her Şeyim" ve "Ömrümün Varı" ve "Gözümün Nuru" ve "Kalbim" ve "Işığım" ve daha yüz binlerce güzel söz, güzel ses demekmiş."