Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

Gerçekten de ilk gerçek "savaş muhabiri"dir. Stendhal'ın üzerindeki etkisini inkar etmiyordu. "Herkesten çok ona minnettarım," diye yazacaktır 1910 yılında Paul Boyer'e. "Savaşı tanımamı ona borç­luyum. Parma Manastırı'ndaki Waterloo Savaşı hikayesini tekrar okuyun. Ondan önce savaşı böyle, yani gerçekte olduğu gibi tarif eden var mıydı?" Ama, Parma Manastırı'nda bütün Waterloo Savaşı yalnızca Fabrice'in gözünden anlatılır, oysa ki Sivastopol Hikayeleri'nde Lev Tolstoy bu tarzı genişleterek, her bir şahsiyetin içine girip aynı muharebeyi farklı bakışlardan veriyordu. Bu "röportaj" anlayışı içinde hiçbir sanatsal ön tasarım yoktu. Her zaman olduğu gibi yazar kendi içgüdüsüne boyun eğerek, hoşa gidip gitmeme kaygısı gütmeden, gördüğü şeyi anlatıyordu. Leş gibi kokan ameliyat odasını, çok acı çeken yaralıları, kestiği bir bacağı bir köşeye fırlatan bir cerrah asistanını, çamura bulanmış, dişler kenetli ("Elveda kardeşler!") bir tayfanın ölümünü, beğenilme hastalığına kapılmış hanımlar ve istirahatteki subaylar için şehirde çalan askeri orkestraları, düşman ateşi altındaki kaleyi, parlak bir nokta gibi yakınla­şan, büyüyen ve başların üzerinde ıslık çalan bombayı, ceset yığınlarını, dumanı, harabeleri, gereksiz yere akan kanı, adsız savaşçıların büyüklüğünü ve sefaleti anlatıyordu.
Sayfa 173 - İletişim, 2. Baskı, 2020Kitabı okudu
·
10 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.