Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

352 syf.
9/10 puan verdi
Bir liberal olan Bertrand Russell’ın, çok kısa bir dönem aydınlanmacı, ilerlemeci kimliğiyle Sovyetlerde yaşananları ilgiyle karşıladığı ve 1920'de Sovyetleri ziyaret ettiği ve sonuçta büyük hayal kırıklığına uğradığı bilinir. Neyin yanlış olduğunu yerinde gözlemlemiştir. Yaşadığı dönemin aydınları arasında son derece yaygın bir taraftar kitlesi bulan Marksizmin, yanlış ve zararlı bir ideoloji olduğunu Russell kadar erken bir tarihte ve onun kadar açık bir biçimde ifade eden az sayıda düşünür mevcut. (Camus, ondan yirmi yıl kadar gecikmeli olarak benzer sonuçlara varmıştır). Gerçekten de özellikle Aylaklığa Övgü (1935, In Praise of Idleness), kıyasıya bir Marksizm eleştirisidir. Aynı şekilde George Orwell de, geç de olsa bunu fark etmiş ve 1940’ların sonunda kaleme aldığı 1984 adlı romanında totaliter bir merkezi tek parti yönetiminde, korku, propaganda ve beyin yıkamayla kişiliklerin nasıl yok edildiğini anlatıyor. Goldstein'ın ismi olup, cisminin net bir biçimde olmaması inanılmaz bir kabusun içine atıyor onu. Çünkü gerçek düşmanın belirsizliği, sürekli kurgulanan yalan ve korkuyla manipüle edilmişlik toplumu kocaman bir tek hücreli organizmaya dönüştürüyor. Kişilik parçalanıyor, insan kendisine yabancılaşıyor. Şizofreniye hapsoluyor. Orwell'ın 1984 adlı romanında tarihi keyfi bir biçimde yeniden yazan politik aygıtın yarattığı kabus, demokratik bir dünyada da kolaylıkla yaşanabilir mi? Kim bilir.
1984
1984George Orwell · Can Yayınları · 2019165,9bin okunma
··
47 görüntüleme
Samet Ö. okurunun profil resmi
Metin ağabey, "Bir fikir, ona inanan insanlardan sorumlu tutulamaz." diye bir deyiş vardır ya, beni hep düşündürür. Bazen evet derim, pratiğe yansıması insanın zaaflarıyla ilişkilidir. Bazen de tam tersini düşünürüm, ideolojilerin derinine inildiğinde bir kokuşmuşluk göze batar çoklukla. Bilmem sen ne düşünürsün bu konuda :) Engels'in bahçesinde yetişmiş Marksizm de bu konuda en çelişkili noktalardan birini sunar. Totaliterizm'in güzelliği dayanışma duygusu ve pembe gözlüklerde yatar. Asıl olan korkunçluğu ise gerçeklikle olan derin çelişkisinde. Karanlıktaki fil metaforu gibi neresinden tutsak başka algılanıyor. Sondaki tarih tahrifine değinişin çok sağlam olmuş, başka incelemede okumadım. Demokrasinin geldiği sözde eşitlikçi noktanın bizi yine totaliterizme vardırması da bu yönetim şekli insan doğasının bir gereği/yansıması mıdır diye sorgular oldum. Bu bakımdan sondaki sözde soruyla ortaya koyduğunuz gibi tarihteki tahrifatın el altından yürütülmesi daha bir kolay. Rahmetli Oktay Sinanoğlunun kitabında dediği gibi "Efendim Türk tarihi okullarda yanlış aktarılıyormuş, abartılıyormuş falan. Ne yapalım, çocuklara senin ataların şu hataları yaptı, vs diyerek çocukları gençleri kendi kökünden nefret mi ettirelim. Zaten korku kültürü içinde kendini ifade etmekten aciz çocuk iyice içine mi kapansın. Amerika şakır şakır milliyetçiliğin dibine vuruken, filmleri bile hep Amerikan ..si diye başlarken..." diye akılsızca bir tarihi değiştirme bahanesine sığınarak yapılıyor üstelik. (Belki tarihten hazetmeyişim bu bilimsellikten uzak yanıdır?!) Örnek olarak verdiği ülkenin Amerika olması bile ayrı skandal :) Sizin incelemelerdeki değinmeleri ayrı seviyorum. İncelemelerde göz ardı edilen eksik tarafları tamamlama alçakgönüllülüğünü göstermeniz tarafımdan size salt saygı uyandırıyor. Kaleminize sağlık.
Metin T. okurunun profil resmi
Sen böyle uzun uzun yaz, ben bunu atlayayım he mi? Yanılıyorsun dostum :)))) Marksı çok severim ben. Neden bilir misin? Çünkü en çok onunla uğraşırım. Kafamı meşgul eder ve sayesinde yalan yanlış da olsa çalışır birazcık. #36314030 Güzel bir hafta sonu dilerim.
1 sonraki yanıtı göster
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.