Gönderi

1887, SELANİK O gün, Mustafa'nın babası Ali Rıza Bey çok sevdiği karısına ilk kez sesini yükseltti. "Zübeyde, Zübeyde! Mahalle mektebine göndermeyelim Mustafa'yı. Verelim çağdaş bir okula, zihni açılsın, ilim fen öğrensin.' Okuma yazma bildiğinden mahallede "molla" diye de anılan ve benim de tanıdığım zaman annem kadar seveceğim Zübeyde Anne kararlıydı. Sertçe cevap verdi. ''Anlamam ben çağdaş okul falan. Benim Mustafam herkes gibi dualarla mahallemizdeki okula gitmeli. Kuran öğrenip, hoca olmalı." "Yapma be gülzar-ı cennetim. Memlekette yeterince hoca var. Bak Osmanlı toprakları tehlikede. Bırak, Mustafam büyüyüp subay olsun." Bu sözler üzerine Zübeyde Anne çaresizce ağlamaya başladı. Güzel gözlerinde yaşlarla söylendi. ''Ah, Mustafa'nın beşiğine kılıç astığında anlamıştım ben. Benim oğlum asker olup da savaş meydanında can vermeyecek. Başkalarının çocukları subay olsun. Ali Rıza Efendi, yalvarıyorum sana! Zaten üç evladımı kaybettim. Bu gözümün nurunu da kara topraklara verdirme bana. Dayanamam artık." Ali Rıza Bey karısının gözyaşlarına daha fazla dayanamadı. Eğilip onun upuzun kumral saçlarını okşadı. "Üzülme Zübeydem, üzülme. Peki, dediğin gibi olsun." Bu konuşmaları kapının ardından gizlice dinleyen Mustafa babasının son sözünü duyunca hayal kırıklığına uğradı. Mustafa'nın babası Ali Rıza Bey ince yapılı, çok zarif, yakışıklı bir adamdı, biraz hüzünlü bir yüzü olduğunu hatırlarım. Gümrük memurluğundan sonra giriştiği kerestecilik ticaretinde başarısız olmuştu. Eşkıyalar paraları zamanında gelmeyince, Ali Rıza Bey'in bütün kerestelerini yakmışlardı. Tüm birikimini kaybeden Ali Rıza Bey, köşede kalmış biraz parasıyla, tuz alım-satım işine girmiş, onda da çok başarılı olamamıştı. İşte bu sıkıntılar, Mustafa'nın babasını verem etmişti. Doğru düzgün işe gidemediğinden, Mustafa'yı her gün okula Ali Rıza Bey bırakırdı. Mahallemizde çocuğu ile bu kadar ilgili bir baba daha yoktu. O yüzden biraz kıskanırdık Mustafa'yı. Ama· bu kıskançlığımız çok yakında yok olacak, yerini Mustafa'yı koruyup kollamaya, onun acılarını hafifletmek için uğraştığımız bir dostluğa bırakacaktı. Bir iki yıl sonra Ali Rıza Bey veremden ölecek, Zübeyde Anne'yi genç yaşında, üç çocuğuyla dul bırakacaktı. Mustafa babasından hep özlemle ve büyük bir hayranlıkla bahsederdi. Babasının onu gezmeye götürdüğü o ramazan gününü hep anardı. Dönemin Selanik şehrinde Müslüman, Yahudi, Hıristiyan, bütün Osmanlı vatandaşları huzur içinde yaşardı. Biz çocuklar her kültürden bir şeyler öğrenerek büyürdük.· İşlek bir liman kenti olan Selanik her zamanki gibi, o ramazan akşamı da rengarenk ve kalabalık sokaklarıyla ışıl ışıldı. Ali Rıza Bey, Mustafa'yı Selanik'in ana caddesine götürdü. Etrafta Karagöz Hacivat oynatanlar, şerbet dağıtanlar, kahvehanelerde sohbete dalanlar, alev yutan hokkabazlar, ne ararsan vardı. Küçük Mustafa çok mutluydu, tüm gece babasıyla gezip durmuşlardı. Sanki babası bir masal kahramanıydı da, onu maceradan maceraya sürüklüyordu. O geceyi anlatırken, babasının elini bir an olsun bırakmadığını söylerdi hep Mustafa. Çok yakında gideceğini hissetmiş gibi
·
58 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.