Gönderi

Birikimli ve Aydın kişiler olmanız sizin için bir imtiyaz ve ayrıcalık gerekçesi olamaz. Hakimiyet, şan şöhret ve kaygısız, refah dolu bir hayata sahip olma hakkı da vermez. Aydın olmak sizler için bir vazife, ifa etmeniz gereken bir hizmettir. Sizin göreviniz bir mum gibi yanarak, halk aydınlatmaktır. Mumu yaptıktan sonra fanus altında tutmazlar, etrafa daha fazla ışık saçması için yüksek bir şamdana yerleştirirler. Sizler, değerli öğretmenlerim, ülkemizi her zaman aydinlattınız ve bugün de halkımızdan ışığınızı esirgemiyorsunuz. Fakat yüzlerce ve binlerce sözde aydın, halkı oluşturan milyonların karanlıktan kurtulması için bir şeyler yapıyor mu? Bilgi ve zekanın kutsal alevi ile yanarak, kendi halklarını aydınlatıyor mu? Halkın eğitimli üst kesimleri alt tabakayı küçümser ve şöyle derler: "Halk cahil, kaba, ayyaş ve tembeldir. Ayrıca, açgözlü, pis, yalancı ve kıskançtır. Halk dediğin milyon tane başı olan bir hayvandır, özgür bırakılmaması gereken vahşi bir yaratıktır." Doğrusunu bilmek isterseniz, bu söylenenlerin yüzde doksanı hatta yüzde doksan beşi gerçektir. Peki, bunun suçlusu kimdir? Bakımsız, terk edilmiş boş arazilerde ne gül, ne elma ne de patates yetişebilir. Oralarda en fazla ısırgan otu, devedikeni ve pıtrak biter. Halk kitlelerinin beyni ve kalbi de böyledir. Halk etrafında kimi görüyor? Kendisine nasıl davranılıyor? Kendisini zihinsel ve manevi açıdan kim ve nasıl yetişti riyor? Sözde kültürlü insanlar üniversite eğitimini tamamladıktan sonra da bulundukları her yerde kitaplar, resimler, müzikler, konferanslar, tiyatrolar, dergiler, sanat, dünyanın önemli yazarları, kulüpler, toplantılar ve sergilerle iç içe yaşarlar. Bu anlamda halk kitlelerine ne sunuluyor peki? En iyi halde halk okulunda iki üç yıllık, en fazla beş yıllık bir eğitim, başka bir şey yok. Bu eğitim sırasında yeteneksiz okul memurları tarafından yazılmış sıkıcı ve işe yaramaz ders kitapları okutuluyor. Çocuklarda bilgiye ulaşma arzusu uyanmadan yok oluyor, duygu ve düşünceleri gelişmiyor. Çoğu zaman hem kitaplara hem de her türlü düşünsel çalışmaya olan ilgi yok ediliyor. Daha sonra, okul yıllarının ardından ne olacak? Halkı oluşturan milyonlarca insan kendi kaderine terk ediliyor. Onlar için kimse bir şey yazmıyor, söylemiyor. Edebiyat, tiyatro, bilim, sergiler, konserler ve konferanslar halk için değil. Günümüzün okumuş insanları da halk kitlelerini kastederek, nefretle şunu söylüyor: Lanet olsun bu halka! Halk her konuda cahil, zeka gerektiren işlerde ise sağır ve kör. Kendisini midesi, cebi ve içtiği votkadan başka hiçbir şey ilgilendirmiyor." Beyler, şu hikayeyi hatırlıyor musunuz? Kabil kardeşi Habil'i öldürmüştür. Tanrı'nın sesi Kabil'in vicdanına hitap eder: "Kardeşin Habil nerede şu an?" Kabil yanıt verir: "Habil'den bana ne? Kardeşimin bekçisi miyim?" Bu hikaye halkların hayatında binlerce kez tekrar tekrar yaşanır. Vicdanın sesi halkın üst tabakalarını oluşturan kişilere, kültürlü ve eğitimli ağabeylere dönerek, sorar: Halk kitleleri, sizin küçük kardeşleriniz olan milyonlarca insan nasıl yaşıyor, akıl, ruh ve maneviyat anlamında ne durumdalar?" Verilen yanıtlar Kabil'in söylediklerini hatırlatmaktadır: "Ben ne yapayım onları? Sözünü ettiğin kardeşlerimin bekçisi değilim ki. Benim kendi işlerim ve sorunlarım var. Halklarının aydınlanmasını engelleyen sorunlarla uğraşmak istemezken, bir süre sonra ayyaşlardan ve hasta, kaba, kinli ve cahil halk kitlelerinden kaynaklanan çok daha vahim sorunlarla karşı karşıya kalıyorlar. Siz isterseniz, halk kitleleri terbiyeden yoksun kalmaz. Etkin bir terbiye ve eğitim alırlar belki, ama bu arzu edilenin aksine bir eğitim olur. Yüksek tabakalardan olan insanlarla karşılaştıkları zaman, halk kitlelerinin çoğu zaman yabancı ve kendilerine ürkütücü gelen bir evdelermiş gibi çekingen davranmaları dikkatinizi çekti mi? Bunun sebebi nedir? Çünkü herkes bu insanlara bağırarak onları azarlıyor, kaba bir şekilde küçümseyerek, her yerden kovuyorlar. Onlar da şık giyimli insanlardan uzak durmaya çalışıyorlar, onları sevmiyor ve onlardan korkuyorlar. Kalplerindeki kin, nefret ve intikam duyguları giderek artıyor. Aynı halkın evlatları olmalarına rağmen, üst kesimlerin temsilcilerine kardeş olarak değil, kıskançlıkla ve düşmanca yaklaşıyorlar. Her tarafta gördükleri lüks yaşamlar, pahalı kıyafetler ve çılgın eğlence partileri kendilerinde daha fazla kıskançlık doğururken, kalplerindeki kin duygusunu giderek artırıyor. İnsanlar haset, hayal kırıklığı ve tatminsizlik duygularının hakim olduğu bir ortamda doğup büyüyor ve yaşıyorlar. Yaşadıkları toplumda geçerli olan düzen onları daha da kaba ve hatta vahşi olmaya itiyor. Halk kitlelerinin eğitimi ve toplumdaki cinnet eğilimlerinin giderilmesi konularıyla kimse ilgilenmiyor ve hiçbir şey yapmak istemiyor. Bilim insanları sahip oldukları bilgileri de alarak, insanların ulaşamayacağı yüksek zirvelere çıktılar. Kitaplar ve gazeteler halkın anlamadığı karmaşık ve ağır bir dille yazılıyor. Eski Yunanlılar zamanında bilge Sokrates, yıllar boyunca meydanlarda kalabalık halk toplulukları ile hayatın yüksek gerçekleri ve güzellik konusunda sohbetler yapmıştır. Halkı aydınlatacak benzer şahıslar neden bizde yok?
Sayfa 148
·
88 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.