Akış
Ara
Ne Okusam?
Giriş Yap
Kaydol

Gönderi

8. Hikaye Tamamlama Etkinliği
Hikayemiz bu ileti altından yürütülecektir. Katılımcı sırası ve yorumlar için: #11646309
NigRa
NigRa
Saat gece yarısını çoktan geçmiş "yarım" diye belirtilen 12.30'u göstermekteydi. Akreple yelkovan iki ayrı uçtaydı, kavuşamayan iki aşık gibi diye düşündü. Sonra aklı yine yarım kavramına kaydı. 24'ün yarısı 12
··
3.993 görüntüleme
Emre Şeyda okurunun profil resmi
Yiğit Zeynep’i görmenin şaşkınlığı içerisindeydi ama belli etmemeye dikkat etmeye çalışıyordu. Zeynep’i bir şekilde buradan uzaklaştırbilirdi. En azından Zeynep kurtulmalıydı. ... Yiğit Melis’in yanına geldikten sonra içeriye geçerek ilk bulduğu üçlü koltuğa uzandı. Sanki bu koltuğa uzanarak bir anda tüm yorgunluklarından kurtulacaktı. Elbette öyle olmadı. Bütün bu yorgunluktan ve stresten kurtulmak bu kadar kolay değildi. Özellikle süresi kısıtlıyken yedinci kurbanını ararken bu stres ve yorgunluk ömür billah bitmezdi. Kafasında bunları düşünürken yüzünün şekli iyice değişiyor ve huzursuzluğu giderek artıyordu. Melis’te bu durumu fark etti. -Yiğit bir şey mi oldu? Çok garipsin. Bakışların olsun duruşun olsun çok farklı. Ayrıca senin eline ne oldu öyle? -Konuşmak istemiyorum Melis. Dinlenmeye, huzura ve düşünmeye ihtiyacım var benim. Kafamı iyice karıştırma. -Yiğit en vakitsiz zamanda birdenbire geliyorsun, kapıyı zorlarcasına çalıyorsun. İçeri hiç bir şey demeden paldır küldür giriyorsun ve uzanıyorsun. Elinin hali bambaşka yüzünden düşen ise bin parça. Kusura bakma ama cevaplara ihtiyacım var benim. Melis bunları söylediğine inanamıyordu aslında. Yiğit’e bunları demezdi ve şimdi bile dememeliydi ama Yiğit normal değildi. Bambaşka biriydi. Bakışlarının ardında ikinci biri var gibiydi. Bu da açıkçası onu korkutuyor ve iyice geriyordu. -Melis sus dedim! Yiğit’in ani bağırışı ile birlikte Melis bir kaç adım geriye sıçramıştı. Bu şekilde bağıracağını tahmin edememişti. Ürkek suratındaki gözleri ağlamaklı hale gelmiş ve bütün vüğcudu titremeye başladı. -Ne oldu sana Yiğit? Artık gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı hafiften. Yiğit artık iyice huzursuzlaşmaya başlamıştı. Bu şekilde davranmak istemiyordu ama yaşadıkları ve olası gelecekte yaşayacakları onu buna zorluyordu. İçindeki ses te ortaya çıkmış Yiğit’i zorluyordu. -Yedinci bu Yiğit. Bunu istiyorum. Yiğit şaşırmıştı. Melis’i öldürmek gibi bir düşüncesi hiç olmamıştı. Buraya bu sebeple de gelmemişti ama belki de gelmesine sebep içindeki sesti. Sesi duyunca Melis’e şok olmuş bir yüz ifadesiyle baktı. Melis bu bakıştan ayrıca korkmuştu. Daha da gerilemişti. Sonrasında Yiğit ister istemez kontrolü kaybetmişti.Koltuğun yanında bulunan zigon sehpalardan büyüğüne gözünü dikti. Sonrasında koltuktan doğruldu ayağa kalktı ve zigon sehpayı eline aldı. Melis’in Yiğit’e “ne yapıyorsun” fırsatını vermesine fırsat vermeyerek sehpayı Melis’e fırlattı. Melis uçarak kendisine gelen sehpaya karşı bir şey yapamadı. Sadece eğilerek kaçmaya çalıştı ama eğildiğinde alçaktan uçan sehpa direkt kafasına gelmişti. O ağırlıkta bir sehpanın vuruşu Melis’in kafasını yarmakla kalmamış onu yere de yıkmıştı. -Aptal kız! Beğendin mi yaptığını ha. Usul usul oturuyordum. Asıl kurban sen olmayacaktın başkası olacaktı ama kurban olmayı kendin seçtin. -Kurban mı ne kurbanı? Melis konuşurken o kadar zayıf konuşuyordu ki ancak duyulabiliyordu. Bu sırada yiğit yanına gelmişti. Sehpanın ayağını söküyordu. Ses’in gücüyle kolaylıkla koparttığı bacakla Melis’e vurmaya başlamıştı. “Kurbanı sana göstereceğim” diyerek her yerine vuruyordu.Kırılan kemiklerin sesi ile resmen huzur buluyordu. Vuruşların şiddeti ile sepanın bacağı da kırılmış ama o yeni bir bacak almıştı. Artık vurma stili de değişmişti. Bacağı iki eliyle tutuyor ve yere sırtüstü uzatığı Melis’in karnına sokmaya çalışıyordu. Artık bağırsak , mide ne varsa dışarıdaydı. -İçin de dışın gibiymiş! Diye sadece kendisinin gülebileceği bir espri bile yapmıştı. -Güzel gözlerin kalacak ama Melis’im. Sadece onlar kalacak. Benim olacaklar diyerek vurmalara son hızla devam ediyor ve mutluluğun zirvesine çıkıyordu.
Yasin YALÇIN okurunun profil resmi
Haluk köşesi kırılmış ve duvara Allah bilir neyle tutturulmuş aynada çökmüş yüzüne baktı. Yüzüne su çarptı. Ayılması gerekiyordu. “Eskiden iyi ve güçlü bir adamdın.” dedi Ses. “Şimdiyse kokmuş bir moruktan başka bir şey değilsin.” Beynindeki bu yankıdan kurtulması gerekiyordu. Çok yorucu bir gün olmuştu. Daha önce hiç olmadığı kadar yorulmuştu ve uzun bir dinlenme sürecine ihtiyacı vardı. Polisler Bursa’nın girişinde peşine takılmıştı. İçindeki ses ona yardım etmiş, başının belada olduğunu fısıldamıştı daha önce. Erken davranmış, Bursa yolunu hızla aşmış ve son bir çabayla Bursa’nın dar sokaklarına dalmış, motosikletinin verdiği kıvraklıktan faydalanarak ellerinden kaçmayı başarmıştı. Başına gelenler çok saçmaydı. Suçunun ne olduğunu bile bilmiyordu ama kaçmak zorundaydı. Zeynep bile peşine düştüyse işler ciddi demekti. Evet, bir anlığına da olsa onu görmüştü. Bu bir yansıma değil, gerçeğin ta kendisiydi. Elindeki kesik hala acıyordu. Elini ıslatan su sargı bezini de yumuşatmış, yarasını bir kez daha hissetmesine neden olmuştu. İçeri gitti. İçeride Neşet Ertaş’tan Gönül Dağı şarkısı çalıyordu. Ter, sigara ve alkol kokan meyhaneler hep aynı şeylerle doluydu. Birkaç masa, üzerine örtülmüş çeşitli renkte masa örtüleri, içki bardakları, mezeler ve daha bu saatten zom olmaya başlamış sarhoşlar… “Aynı senin gibi.” dedi Ses. “Evet, aynen benim gibi.” dedi Haluk. Sese boyun eğmeye zorluyordu kendini. Ona itaat etmek çok kolaydı. Yıllardır bundan başka hiçbir şey yapmamıştı. Hep bir kafesteydi. Yaşlılıktan ve alışkanlıktan büyük işler başarma isteği gönülden silininceye kadar orada kalmıştı. Ama bugün farklı hissediyordu. Kovalamaca ve Zeynep’i görmek, onu düşünmek, ona yazmak onu adam akıllı kendine getirmişti. Geçmişi hatırladı. İç sesinin de ona söylediği gibi bir zamanlar iyi bir adamdı. Kendisi İngilizce eşi de Edebiyat öğretmeniydi. Ona hediye ettiği ilk kitaptı Budala. “Kitap okumalısın.” demişti karısı. “Kitaplar bu iğrenç dünyaya katlanmanın tek yolu.” Kitaplar, hatta Budala bile Yiğit’in doğumunda karısını kaybetmesine engel olmamıştı. O zamandan beri alkol ve Ses’le birlikte yaşıyorlardı. Zeynep sonradan girmişti hayatına ama o da fazla katlanamamıştı kendisine. Nasıl katlansındı ki? Haluk, hatta içindeki Ses bile kendisine katlanamıyordu. Özellikle de oğlu Yiğit. Zeynep’in gidişinden sonra araları iyice açılmış, baba-oğul Karamazov’lar gibi birbirlerinden nefret etmeye başlamışlardı. Yiğit beş sene önce evden kaçmıştı ve onu bir daha hiç görmemişti. Bu yüzden gitmişti Bursa’ya. Annesi Yiğit’in yanında olduğunu mesaj atmıştı kendisine. Gece oturup annesine bir mektup yazmıştı. Bazı meseleleri nihayete erdirmek istemişti. Sonra mektubu cart diye yırtıp atmış, ertesi sabah oğluyla yüz yüze görüşmek için Bursa’ya gitmeye karar vermişti. Oğlunu düşünmek ona Zeynep’i hatırlatmış, gece gece efkarlanmış ve Zeynep’e de bir mektup yazmıştı. “Yollamadın ki aptal.” “Doğru, yollamadım. Sabah kalktığımda onu yazdığımı bile unutmuştum. Öylece masanın üstünde kaldı.” Garsonun getirdiği rakı şişesini açacaktı ki vazgeçti. Rakıyı götürüp bira getirmesini istedi. Kim bilir ne derdi olan sarhoşları izlerken kendisinin de dışarıdan bu kadar kötü görünüşlü olup olmadığını merak etti. İğrenç görünse bile ne önemi vardı ki? Kime kendini beğendirecekti? Aynadan kendisine yansıyan pis yüze mi, yoksa kendisine hakaret edip duran iç sesine mi? Garson az sonra bira getirdi. Son bir bardak daha içti. Ses onunla alay ederken içinde bir isyan ateşi yükseliyordu. “Asla bırakamazsın.” “Sen öyle san.” dedi yüksek sesle. Masalardan dönüp bakanlar oldu. “Susacaksın, bir daha hiç konuşmayacaksın.” Ayağa kalktı ve meyhaneyi terk etti. Geride Ses’i ve alkolü bıraktı. Sokağın köşesinde duran ankesörlü telefona gidip bir ara Yiğit’in telefonunda görüp defalarca tekrarlayarak ezberlediği numarayı aradı. Az sonra telefonun açılmasıyla gelen ses onu hayata döndüren tek sesti. “Biliyorum, beni arıyorsun.” dedi Zeynep’e. “Sana vereceğim adrese gel. Orada hiç beklemediğin şeylerle karşılaşacaksın.” Zeynep hiçbir şey söylemeden onu dinledi ve telefonu suratına kapattı. Biliyordu, gelecekti. Kiraladığı arabaya doğru giderken günün geri kalanında neler yaptığını hatırladı. Motorunu uzak bir yere park edip annesinin evine gittiğinde Yiğit’in oraya hiç gelmediğini öğrenmişti. Sonradan annesinin cep telefonundan mesaj atmayı bilmediğini de hatırladı. Mesajı Yiğit atmış olmalıydı. Kendisiyle hesaplaşmak istiyordu belki de. Motoru bırakıp bir araç kiralamıştı. Polislere görünmemeliydi. Yiğit’in ne işler çevirdiğini merak ediyordu. Yıllar önce oğluyla birlikte ava çıktığı ormandaki evine gitti. Yiğit olsa olsa orada olabilirdi. Orada bulduğu şeylerden dehşete düşmüştü. Kendisindeki yedek anahtarla eve girmiş, gizli kapağın üstündeki halının kaldırılmış olduğunu görmüş, içeriye girmişti. Bodrumu aydınlatan tavandaki tek ampulü yakmıştı. Koridoru geçip avluya ulaştığında ise ortada beyaz mermer taşların üst üste dizildiği hiçbir şeye benzemeyen şekle bakmıştı. Etrafındaki mumlar söndürülmüştü. Ve cesetleri gördüğünde korkunç bir çığlık atmıştı. 6 tanesi dolu, bir tanesi boş dev cam fanuslar… Kendisini güçlükle dışarıya atmış, yutkuna yutkuna nefes alarak mekanı terk etmişti. Oğlunun bir canavar olduğunu küçüklüğünden beri biliyordu ama bu kadarını hiç tahmin etmemişti. Yıllar önce buraya av için geldikleri zamanı düşündü. O gün hayatındaki nadir mutlu günlerden biriydi. Henüz kendisinden umudu kesmemiş, oğluna şizofreni tanısı koyulmamıştı. *** Yiğit omzundaki baygın kızla orman evinden içeri girdi. Çenesine dayanamamış, yoldayken bayıltmıştı onu. Bu kez hataya yer yoktu. Tanrı’sına son kurbanını bugün sunacak, kıyamet bugün kopacaktı. Saat tam gece yarısı on ikiyi vurduğunda işleyecekti cinayeti. Saat ise daha dokuza on vardı. Bu meseleyi de küçükken hiç anlayamamıştı. Baktığı duvar saatinde on ile alakalı herhangi bir rakam yokken neden ısrarla “on var” diyorlardı? Umursamadı. Nasıl olsa bugün her şey nihayete erecekti. Ebru’yu aşağıda bağladıktan sonra yukarı çıktı. Yukarı çıktığında hiç beklemediği bir şeyle karşılaştı. Kirli sakallı, şişko, sefil görünüşlü bir adam elindeki tabletle oyun oynuyordu. Direksiyonu kırar gibi yaptığına göre kesin bir araba yarışı oyunuydu. Şok olan Yiğit soğukkanlı davranmayı başardı. Zararsız görünüyordu ama yine de tedbirli olmalıydı. Ona görünmeden mutfağa kaydı. En sevdiği silahını, bıçağını kaptı ve doğrudan salona, adamın üzerine yürüdü. Adam onu görünce elinde bıçağıyla donakaldı. Yiğit tam “Ya şimdi, ya hiç.” diye düşünürken adam son derece dostane bir ifadeyle “N’aber?” dedi. “Sen de kimsin be?” dedi Yiğit, aynı pozisyonda. Her an kötü bir şeyler olabilirmiş gibiydi. Şişko herif ayağa kalktı. “Beni tanımadın mı? Ben senin sağduyunum.” “Sağ duyum mu?” dedi gözlerine inanamayan Yiğit. “Hee.” diye karşılık verdi herif. “Aklın, vicdanın, ne dersen de işte. Bugünlerde çok konuşmuyoruz, biliyorsun, değil mi?” Buzdolabına yürüdü. Aşağ raflara eğildi. İçecek bir şeyler aranırken bel altı pantolonu aşağı kaymış, poposu görünmüştü. “Vicdanım bu kadar şişko olabilir mi?” diye düşündü içinden Yiğit. Tanrı’sına seslendi ama cevap alamadı. Adama güvenmiyordu. Yalan söylüyordu. Hızla koştu ve bıçağını sırtına geçirdi. İki adım geri çekildi. Herif hiç tepki vermedi. Dolaptan birasını çıkardı. Sırtındakini görebilmek için arkasına bakarken, kuyruğunu kovalayan bir köpekmiş gibi etrafında birkaç tur döndü. Herif korkmuş gibi haykırdı. “Bıçak mı o? Bana bıçak mı sapladın? Ne yapıyorsun? Hayır, nedir yani? Beni öldürebileceğini falan mı sandın?” Yiğit’in yanına geldi ve ona sağlam bir kafa attı. Yiğit kanepeye uçtu. Burnundan birkaç damla kan geldi. Sessizce kanepeye büzüldü. “Ha şöyle, adam ol.” diyen herif Yiğit’in yanındaki koltuğa kuruldu. Birasından bir yudum aldı. Yüzünü ekşitti. “Üf, bu da bayatlamış be. Neyse, biliyorum işlerin var. Ama saat daha sekizi elli beş geçiyor. Epeyce vaktimiz var.” “Ne istiyorsun?” dedi olanlara hiçbir anlam veremeyen ve hayatında ilk defa olarak korkan Yiğit. Korkuyordu, çünkü öldüremiyordu. Herif birasından bir yudum daha aldıktan sonra geğirdi. Dilini şaklattı. “Gece uzun, mevzu derin.” dedi. “Konuşacağız.”
Uğur Ukut okurunun profil resmi
Ali kırmızı ışıkta durdu. Yarım saat önce yanından ayrıldığı kızı düşünüyordu. Tek başına yaşıyor, çok da tekin olmayan kişilerle arkadaşlık ediyor ve her şeye kayıtsızca cevap veriyordu. Kızın arkadaşları hakkındaki fikirlere gördüğü resimlerden varmıştı. Belki ön yargıydı ama çoğu zaman doğru çıkardı. Her nedense kanı ısınmamıştı o resimlerdekilerin çoğuna. Trafik tıkanınca da iyice canı sıkıldı. Daha önce de iş gereği birkaç kez görüştüğü yan koltukta oturan Zeynep komisere dönüp: “kız çok tedirgindi. Var bir numara” “Evet, tedirgindi ama bir şeyden korktuğu için değil bir şeyler saklamaya çalıştığı için tedirgindi. Boşuna zaman kaybettik.” “Daha birkaç saat önce babası ile görüştüm. Hayatının tehlikede olduğunu söyledi.” “Ama o duyunca münasip yeriyle güldü sana. Adam Bursa’da biz tam tersi istikamette onu bekliyoruz. Belki de kaçırdık elimizden.” “Bilmiyorum ama kafam karıştı. Kızın yanına gitmek hataydı belki ama oradan ayrılmak daha büyük bir hataydı. Bence o katil oraya gelecekti. Ama saklanmak için ama başka bir sebeple. Sanırım her pisliğinden kızın da haberi var.” “Uçuyorsunuz Ali Bey, düşüp bir yerinizi kırmayasınız.” “Şöyle düşün: Bu kadar cinayetin ardından sen olsan alelade bir yolculuk yapar mısın? Her şeyi olduğu gibi bırakıp uzaklaşır mısın? Aklıma yatmıyor.” “Gayet basit, artık burada tutunamayacağını anlıyor ve doğruca göçüyor. Bir müddet arada sessizce yaşayacak sonra yeniden başlayacak.” “Çok toysun Zeynep. Öğreneceğin daha çok şey var.” On beş dakikalık bir beklemenin ardından trafik akmaya başlamıştı. İkisi de sustular. Sessiz ve sükunet içinde ilerlerken ali aniden frenlere yüklendi. Ve bağırır gibi bir “lanet olsun” sözcükleri dağıldı aracın içine. Zeynep şaşkın arka arkaya birkaç kere “ne oldu komiserim” diye sormuşsa da Ali sanki onu duymamış gibiydi hemen ilk aradan sağa döndü. Son hızla geri dönecek bir yol aramaya başladı. “Kızın yanından ayrılalı ne kadar oldu?” “bir saati az geçti.” “umarım geç kalmamışızdır.” “bir anlatsanız da bende anlasam amirim.” “Ya Bursa’ya giden katil değil de sadece aracı ise. “ “Nasıl yani?” “Vakit zamanında buna benzer bir olaya bakmıştık. Adam yedincide yakalandı bir kişiyi daha öldürmesi gerekiyormuş. İfadesinde öyle demişti. Ayrıca ne pahasına olursa olsun huzura ermek için bunu başarması gerekiyormuş. Yanlış hatırlamıyorsam sonuncusunu kendisiydi. Polislerden kaçarak kendisini vurdurtmuştu. Onun kurbanları içinde erkekler de vardı.” “Ee!” “Esi bu katil huzur için kaç kişiyi öldürecek bilmiyorum ama olayı o kızın etrafında planladığı kesin. O kız ya son kurban ya da artık birlikte yapacaklar.” “Araç?” “Ver bir garibana 100-200 lira istediğin yere götürsün ondan kolay ne var?” Tekrar sustular hiçbir şey kesin olmasa da bir muallâkta az sonra kurtulacaklardı. Bir saatte gittikleri yolu yarım saatte geri döndüler. Kapıcıya kimlikleri ile kapıyı açtırıp asansöre koştular. Bir buçuk saat önceki polisleri tanıyan kapıcı arkalarından seslendi. “Tekrar Melis Hanım için geldiyseniz evde yoklar. Siz çıktıktan on beş, yirmi dakika sonra erkek arkadaşı geldi. Az önce de çıktılar. Çok da mutlu görünüyorlardı.“ “erkek arkadaşı nasıl biriydi tarif eder misin?” Kapıcının tariflerine Ali hiç tepki vermezken Zeynep garip sesler ve mimiklerle yorumlar gibiydi. Birkaç dakikalık tarifin ardından Zeynep son derece şaşkın ve korku için de “Tanrım bu o. Yiğit” dedi
15 öğeden 11 ile 15 arasındakiler gösteriliyor.
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.