Gönderi

Tavan arasındaki Hitler
Atsız’ın İkinci Dünya Savaşı’nda Hitler’i tutduğunu çok kimse bilir de savaşdan sonra ona uzun süre yataklık ettiğini ve “Führer”in bu sayede güvenlik kuvvetlerinin, en önemlisi “Galip Müttefikler”in eline geçmekten kurtulduğunu bilen pek yoktur. Artık Mumaileyh hayatta olmadığı ve cürüm unsuru da zaten zaman aşımına uğradığına nazaran bu hususa ilişkin gerçeği ifşa etmekte bir sakınca görmüyorum. Amacım müstakbel tarihçilere, araştırmacılara muavenet (…) Hadisenin perde arkası şudur: Belki bilirsiniz ki Nazi Almanya’sı 1945 yılı Mayıs’ında kayıdsız-şartsız teslim olduğu sırada Atsız İstanbul’da tutukluydu… O zamanki deyişle “mevkuf” (…) Şöyle veya böyle, Atsız “mevkufiyetden avdeti’nde tam bir kaosla yüz yüze kalmıştır. Merhum, ruh gibi arkadaşı Adolf’ün akıbetinden endişe ediyordu. 1946 yılı başlarında dolaşan rivayetlere göre gerçi Atsız’ın can-ciğer-kuzu-sarması ahbabı belki Berlin düşerken intihar etmişti ama bu da kesin değildi. Üstelik ayrılırken işleri kime devretmişti. (…) Neyse, Atsız avdet ettikten sonra bizim okulda yeni bir “cemiyet oyunu” türedi: “Salonda at yarışı” yahut “Kızma- Birader!” gibi Atsız’a laf dokundurma müsabakası… “Muhatap” da bacak kadar boyumla ben… İleri-geri neler söylendiğini burada tekrar etmem gereksiz. Ama her hal ve karda rahatsızlık duyuyor ve kendimi sosyal bakımdan aşağılanmış, “declasse” hissediyordum. Bunu Atsız’a da anlattım. Altı-yedi yaşlarında bir çocukdum. Atsız bana önce -sonradan klasik reçetesi olarak tesbit ettiğim ve kendisine bile yaramadığını bizzat itiraf ettiği- o hoş fakat boş “aldırmamakla mukavemet” tedbirini tavsiye etdi. Ama iğnelemeler ve laf dokundurmaların ardı arkası kesilmeyince bir ikindi üzeri kütübhanede beni yanına çekip bir “contre-attaque” bir “karşı taarruz” planı açıkladı. Buna göre ertesi gün teneffüslerden birinde en samimi olduğum arkadaşımı bir kenara çekip ağzından yemin alarak, yani ser verip sır vermeyecek şekilde, ona Atsız’ın bizim tavanarasında Hitler’i sakladığı ‘sırrı’nı tevdi edecektim. Atsız ilave etdi: “Ama sadece en güvendiğin tek bir kişiye söyleyeceksin!” Ben ertesi günü bu tavsiyeyi, daha doğrusu direktifi, sahiden yerine getirdim. O sıralar, eğer yanlış hatırlamıyorsam, öğleden önce 20 dakikalık uzunca bir teneffüsümüz vardı. O ara en güvendiğim sınıf arkadaşımı bir köşeye çekdim. Aile efradı arasında bir sürü diplomat ve sair Mülkiyeli bulunan bir seçkin zümre çocuğuydu. (…) Aldığım talimat mucibince ona önce tumturaklı bir yemin ettirdim. “İki gözüm önüme aksın!” veya “Annemin ölüsünü göreyim ki…” kabilinden bir şey… Ardından sırrımı faşetdim: “Babam Hitler’i bizim tavan arasında saklıyor. Ama bak, kimseye söylemeyeceksin. Yoksa başımıza büyük belalar gelebilir.” Sırdaşım çok heyecanlandı. Hitler’in nasıl bir adam olduğu, hangi yemeklerden hoşlandığı gibi konularda bir alay soru sordu. Fakat ben talimatlı olduğum için buraları meskût geçdim. Üç gün sonra, bir Pazar günüydü ve onun için hepimiz evdeydik, saat ikindi üzeri evimizin kapısı önünde iki siyah otomobil durdu. 1946 yılının Maltepesi’ni bilenler hatırlayacaklardır ki o sıralar bu “sayfiye semti’nde otomobil, adeta Taksim Meydanı’na inmiş bir uzay aracı kadar beklenmedik bir hadiseydi. Hafta içi Bağdat Caddesi’nden Kartal veya Kadıköy istikametine günde belki iki taraflı 20-30 motorlu taşıt ya geçer ya geçmezdi. Bizim evin bulunduğu Şeyhülislam Feyzullah Efendi Caddesi’nin doğuya bakan yakasında, yani Dragos tarafında bir dere akardı. 300 metre ilerisinde Ayazma Deresi yahut Gülsuyu… Arası bakla tarlası. O iki siyah arabadan kravatlı ve takım elbiseli beş altı şahıs indi. Siyasi Şube’den geliyorlarmış. Şöyle bir muhavereyi hayal-meyal hatırlıyorum: -Efendim, Nihal Atsız Beyefendi’yle mi teşerrüf ediyorum? -Estağfurullah, benim, Efendim. -Beyefendi, Adolf Hitler adlı biri hakkında görüşmek istiyoruz. Acaba misafiriniz mi? -Hayır, ne münasebet? -Efendim, evinizin tavan arasında barınıyormuş… -Hiç dikkatimi çekmedi. Lakin bizzat kontrol etmek isterseniz, buyurunuz! Bizim Maltepe’deki ev iki katlıydı. Üst katdaki tuvaletin tavanında ise -gerekirse çatı onarımları vs. için- yukarıya bir kapı vardı. Evin gerçekden bir çatıarası mevcuddu ama en yüksek yerinde orta boylu bir insanın ancak hafifçe kamburunu çıkararak dolaşabileceği yükseklikte… Tozlu bir yer… Gerekirse merdivenaltı yahut arka bahçedeki vaktiyle at ahırı olan kömürlükten alınan merdivenle dama çıkılırdı. “Siyasi Şube” mensubları bizim evi sıkı bir aramadan geçirdiler. Hatta bahçedeki sarnıca bile bakdılar.
·
71 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.