Gönderi

Varlık İçinde Yokluk Çekmek
AN tekrarlanamaz, ertelenemez, geciktirilemez bir hâldir, bir arazdır; geçmiş ile gelecek arasında bir hâl. Bu nedenle toplanama yan, biriktirilemeyen bir aralıkın adıdır AN. Geçmişi yeniden yaşayamayız; gelecek ise -adi üstünde- henüz gelmediği için yaşanamaz olandır zaten. Yani geçmiş de, gelecek de şimdi ve şimdide mevcut değildir. Tabiatıyla yok hükmündedir her ikisi de. Var-olan sadece andır; bu nedenle biz ancak var'ın, var-olan'ın, bir şimdilikin içindeyken, varken, andayken eyleyebilir ve söyleyebiliriz. Geçmiş hakkında, geçmişi konuşabiliriz ama geçmişte konuşamayız; eylemlerimiz, eylemelerimiz ancak bir şimdide, bir şimdi içinde, var-olan içinde gerçekleşebilir. Her şeyimizle ana aidiz, ânın mahkûmuyuz. Büyüklerimiz ânın çocuğu olmak, anda yaşamak, ânın hakkını vermek anlamında ibn'ul-vakt olmanın, olabilmenin öneminden söz ederlerdi. Çünkü insanoğlunun andan sorumlu olduğunu, ancak âni o an içinde idrak ettiği takdirde yaşamış, yaşlanmış olabileceğini gayet iyi bilirlerdi. ANı yaşamıyorsan yaşadığın nasıl anlaşılacak ey dostum? "Nasıl geçti şu koca ömür?" diyorsun ve anlaşıldığı kadarıyla "Ne kadar da çabuk geçti?" demek istiyorsun. Ne kadar çabuk geçtiği bir bahs-i diğer. Oysa için için yazıklanan zât-ı âlinizin suâli asıl şu şekilde sormanız gerekmez miydi: "Şu koca ömür gerçekten de nasıl ve ne sûretle geçti?" Geçerken, evet, bir bir o cânım anlar geçmişe katılırken, geçmiş olurken, söyler misin a dostum, o sıralarda sen nerelerdeydin? Acaba gerçekte "Sen nerelerdeydin?" sualine cevap verecek bir sen ortada bulunmadığı, bulunamadığı için mi o koca ömrün geçerken, üzerinden geçtiği cân'la ânını nasıl geçirmiş olduğu suali bir türlü cevaplanamıyor? Zamanı geçirdin, zamanı geçmiş kıldın, zamanını öldürdün! Ne yazık ki sen sadece zamanı geçirmedin, aynı zamanda zamanını da geçirdin. "Aklım başıma şimdi geldi" deyû geçmişe yazıklanmamalı hiç. Hiç değilse şimdinin hakkını vermeli! Kazası olmayan bu ibadetin kefareti yok; kendisini terk etmiş olmaktan gayri cezası da. Kazası olmayan yegâne ibadetten kendini mahrum etmekle cezanı zaten kendin belirledin. Gafletin cezası: mahrumiyet. Sen ânı yaşamakla mükelleftin, yaşayabilirdin, yaşlanabilirdin, anda ıslanabilir, ânın seni tazelemesine izin verebilirdin. Ne ki sen ânı terk ettiğinde, o da seni terk etti. Hepsi bir kereliğineydi, bir kereydi. Bir hâldi, bir arazdı ân. Bir kereliğine var olabilir, bir kereliğine var edebilirdi. Hakkını kaybettin dostum; zira âşık olmaktan korktun; kendini sevmekten, benini benimsemekten, gönlünce yaşamaktan, ıslanmaktan kaçındın; kendini önemsemedin; kendinin farkına varmadın; başkalarının adına yaşadın, başkaları için yaşadın. Oysa kendini kendinde bulabileceğin sana söylenmişti. Sense gözünü taşraya diktin. Üzerine basa basa anda ıslanmadığını söylüyorum; etrafına öyle perdeler çektin ki an sana değmedi, seni ıslayamadı, ruhun tazelenemedi; arınamadı çünkü. Bir türlü yaşayamadın, yaşlanamadın, yaşlılığın şânından olduğu kimselerin arasına katılamadın; ihtiyarladın sadece. Kendine işaret edebileceğin bir BENin farkında olmadın ki hiç. Benini, benliğini kaybettiğin için ânın seni ıslatmasına, yaşlandırmasına, yeşillendirmesine de izin vermedin. Taşralara gittin kendini bulabilmek için, kendinden kaçtığını kendine bile söylemeksizin. "Kaza ederim" dedin ve kazaya bıraktın kazaya bırakılamayacak yegâne ibadeti. Oysa yaşamayı ertelememeliydin; varolamayan bir geçmiş adına ve dahi yine varolamayan/varolmayacak bir gelecek adına şu cânım ânı terk etmemeliydin. Şimdi yazıklanıyorsun ve ölümden, yok olmaktan korktuğunu söylüyorsun. Sen ne zaman var oldun ki a dostum, şimdi yok olmaktan söz edebiliyorsun?! Ne garip değil mi, sana varolduğunu hatırlatan da yokluk. Halbuki yine yanılıyorsun: varlıktan anladığın salt bedeninin varlığıydı, yokluktan anladığın da yine salt bedeninin yokluğu. Oysa sen gerçekten varolsaydın, asla yok olmazdın, olamazdın.
Sayfa 125 - Kapı Yayınları / bir kafes bir kuş aramaya çıktıKitabı okudu
·
26 görüntüleme
Yorum yapabilmeniz için giriş yapmanız gerekmektedir.