Bu sorunun cevabını biraz derinlerde aramak gerekiyor. Önce sormamız gereken soru, bu kanunları oluşturan şekillendiren kim veya kimler? Tarih boyunca kanunların - ilahi kanunlar istisnadır- toplumun yaşam şekliyle paralel olduğu görebiliyoruz. Bir toplumun insana verdiği değer güçlü ise kanunları bu değer değiştirir. Ama kanunlar yeterlidir diye insan kendi vicdanının sesine kulak asmaz ise işte orda kural ve kanunlar devreye girer ve insan bir makine gibi hissiz ve duyarsız olur. Sözün özü bu kanayan insanlık yarasının tedavi edilmesinin ilk aşaması insani olarak vicdanlarımızın sesini duymak ve gür sesle dünyaya duyurmaktır.
Kesinlikle çok doğru buna katılıyorum. Tecavüze ve tacizi yapanların yerine, uğrayan kişilerin suçlu olarak görülmesi de insanların ve kanunların düşünce şeklinin çürük olduğunu görebiliyoruz.